Mükemmel

Hani bazen, ortaya koyabilmek için bayağı analiz yapmanız, pek göz önünde olmayanı göstermeniz, satır aralarına dalmanız, biraz felsefeye biraz teoriye girmeniz, uzun uzun anlatmanız ve örnekler göstermeniz gereken meseleler vardır.

“Medya egemen sınıfın çıkarlarını savunur”, böyle bir önermedir mesela. Kitap konusudur, hakkıyla anlatmak isterseniz.

“Dil, ideolojiktir” derseniz, yine zorlu bir işe kalkışmışsınız demektir.

“Düzenin kalemşörleri kendi çıkarlarını, gerçek gazeteciler halkın çıkarlarını gözeterek yazar” demek de benzer bir meseledir. Öyle değilmiş gibi görünen yazarların, aslında öyle olduklarını kanıtlamanız beklenir.

Ama bazen de hiç zahmete girmenize gerek kalmaz. Biri öyle bir şey yapar veya yazar ki, ellerinizi çırpıp, “İşte tam da bu, mükemmel!” dersiniz.

Dün bu hissi, Sabah’ta Engin Ardıç’ı okurken yaşadım.

“Bankalar tarafından kazıklanmaktan bıktım” diye başlıyor yazısına Ardıç.

Hesaplardan olduk olmadık isim ve fırsatlarla kesilen vergilerden, telefona yağan mesajlardan bıkkınlığını anlatıyor.

Arada, “Finans-kapital halkı soyuyor” bile diyor…

Sonra da şunu söylüyor: “Solcu geçinen hiçbir babayiğitten ‘bu ne rezalet’ diye bir cümle duymadık!
ebimizden paramız çalınıyor, yaşamımıza müdahale ediliyor, Taksim çocukları alo?
iz Haydarpaşa Garı’nızı istiyorsunuz, ben çalınan paramı istiyorum hemşerim!”

İşte tam da bu!

Sen sana dokununca finans kapitalin haydutluğundan şikayet ediyorsun, biz Haydarpaşa Garı’nı istiyor, finans kapitalin orada niye gözü olduğunu anlatıyoruz. Sen kendi derdinin peşindesin, biz halkımızın çıkarlarının.

Mükemmel!