Zorla milliyetçilik

AKP’yi bugünkü “güçlü” konumuna getiren, olası ittifakları dağıtma yeteneğiydi. Çok yazdığımız için uzatmaya gerek yok, örneğin uzun süre Kemalistlerle Kürt siyaseti arasında bir yakınlaşmayı engellemek için mükemmel bir düzenek kuruldu. Mümkün müydü bu yakınlaşma, o ayrı. Ancak bu doğrultudaki her tür çaba derhal budandı, tarafların istemeden de olsa bir yakınlaşma eğilimi içine girdikleri her gelişmeye karşı, etkili önlemler devreye sokuldu.

Ergenekon operasyonunun da olası başka bir ittifakı peşinen dağıtmak için tezgahlandığı açıktı.

Strateji tuttu, AKP karşıtları, kendi aralarında AKP karşıtlığını örten bir düşmanlıkla hareket ettiler.

Düşmanlığı tetiklemek için Erdoğan’ın belli aralıklarla Türkiye siyasetini “toptancı” bir yöntemle tasnif etmesi yetiyordu.

Yıllarca ne zaman bir sıkıntı yaşasa, “iktidar partisi bir tarafa diğerleri öteki tarafa” demagojisi devreye sokuldu. CHP, MHP ve BDP’nin terörden beslendiği iddiası buna en güzel örnek. Bu tür damgalamalar, hem AKP’yi her durumda kendi başına güçlü, muktedir odak olarak tanımlıyor hem de ötekilerin birbirlerinden nefretini perçinliyordu.

Şimdi bu siyaset üslubuna yeni bir öge katılıyor.

Erdoğan, karşıtlarını, “barış süreci”nden hareketle “millyetçilik”le suçluyor. Türkiye’de “barış süreci”ne itiraz edenler arasında milliyetçiler yok mu? Var! Peki düne kadar MHP ile milliyetçilik yarışına giren AKP’nin lideri neden kendisini de iktidara taşıyan muhafazakar tabanın önemli ideolojik özelliklerinden biri olan milliyetçiliğe aniden negatif bir anlam yüklemeye başladı? Neden herkesi milliyetçilikle suçlar hale geldi?

Çünkü, artık çok iyi manipüle edebildiği muhafazakar tabana basarak geliştirilen muhalefetin geçici, zayıf ve arkaik olduğunu, kolay kontrol edilebileceğini fark etti. Sürece dönük faşist tepkilerin, meselenin özünü gizlediğini, meczuplaştığını ve AKP’nin işini kolaylaştırdığını gördü.

Yarın, istediğinde bir kez daha milliyetçilik bayrağını eline alıp sağa sola saldırdığında kimsenin dünü hatırlatacak durumda olmadığına güvendi.

Güvendi ve Kürt nüfusu dahil olmak üzere kamuoyunu kendi projesine ikna etmek için ihtiyaç duyduğu meşruiyet kaynağını bloke eden solu “milliyetçilik”le korkutmaya karar verdi.

Evet, Ergenekon’da olduğu gibi bugün de AKP, solun onayına muhtaç. Milliyetçilikle hesaplaşması ve karşıtlarını milliyetçilikte sadeleştirmeye kalkması bu yüzden!

Çünkü Kürtlerin eşitlik taleplerini destekleyip AKP’nin bugünkü sürece yüklediği içeriği reddedenlerin şaşırtıcı bir siyasi-ideolojik etkisi var toplumda. Faşist MHP’ye, ırkçı yönelimlere hazırlıklı olan AKP’nin bu tamamen farklı konumlanış karşısında eli sanıldığı kadar güçlü değil. Bu nedenle, herkesi aynı çuvala doldurmayı bir kez daha deniyor.

Peki masanın öteki tarafında oturanlar neden aynı taktiğe yöneliyor? Neden Kürt siyaseti, soldan gelen eleştirilere “bizim de benzer hassasiyetlerimiz var, merak etmeyin” yanıtını verdikten sonra eleştiri sahiplerini milliyetçilikle özdeşleştirmeye çalışıyor, “faşist olsanız daha iyiydi” demeye getiriyor?

Sol neden bir anda ve bir kez daha Türkiye siyasetinin seçim düzleminde taşıdığı ağırlığın çok ötesinde kıymete biniyor?

Benim yanıtlarım yazının içinde…