Zekatla, sadaka ile yoksulluk bitmez

“Zenginler varlıklarının bir bölümünü yoksullara dağıtsa dünyada aç ve açıkta kimse kalmaz.” Bu düşünce oldukça yaygındır. Hayırsever iş adamlarını hayırla anmak da…

Erdoğan da, ideolojisi doğrultusunda bu yaygın görüşü bir kez daha tekrar etti ve “zekat verilse İslam aleminde fakir kalmaz” dedi.

Burada ilk sorun, insanlar arasındaki eşitsizliğin veri alınması. Neden yoksul ve zengin var? Bu sorunun yanıtını vermeyelim ama zekat verelim! 

Niyeymiş?

Zekatla zengine dağıtması gereken miktar, daha doğrusu oran da dikte ediliyor. Ancak hesaplama yöntemine ilişkin bugün değişik görüşler var. Olması kaçınılmaz çünkü zamanında bir insanın zenginliğini ölçmek daha kolaydı. Hanlarını, altınlarını, develerini, koyunlarını sayıp buradan kesine yakın bir sonuç çıkarabilirdiniz. Kimileri zekatın kırkta birlik bir orana denk düştüğünü söylüyor. Yani çok kaba bir hesapla zengin ile yoksul arasındaki eşitsizliğin 40 katına kadar meşru görülebileceği ilan edilmiş oluyor. Ayrıca zenginlerle yoksulların sayısının eşit olmadığı ortada. Yoksullar her zaman sayıca zenginlerden daha çoktur. Zenginlik ve yoksulluk göreli kavramlar olsa da…

Yani her zengin zekat verse, bu yoksulları yoksulluktan kurtarmayacağı gibi, geniş bir kesim zekat sisteminin dışında kalmaya devam edecektir.

Asıl önemlisi, bugünün dünyasında, yani kapitalizmin hüküm sürdüğü koşullarda bu hesapları yapmak imkansız. Çünkü sermaye birikim süreçleri, bunların yatırıma dönüşmesi, hisse senetleri… Bunların hesaplanması elbette mümkün ama öte yandan bu hesapları istediğin gibi eğip-bükmek de mümkün.

İşin gerçeği, bugün dünyadaki eşitsizlikleri sadece lükse, şatafata bakarak anlayamayız. Hatta bu çoğu kez yanıltıcıdır. Dünyanın birçok ülkesinde köklü burjuva aileler zenginliklerini başkalarının gözüne sokmaz, hatta gösterişten hiç haz etmez. Görgüsüz zenginler tepki çekmeyi göze alarak takıp takıştırır, meselenin özünü göremeyen geniş kitleler bir yandan imrenip bir yandan onları ayıplar, akılsız solcu, Maçoğlu’nun montunun peşine düşer, sonra TÜSİAD’dan demokrasi bekler!

Sermaye sınıfının asıl sürükleyici gücü ise bu tantanın dışında kalıp gemisini yürütür.

Demem odur ki, mesele yalnızca Erdoğan’ın eleştirdiği lüks ve şatafat tutkusunun Türkiye’deki en belirgin temsilcisinin AKP olması değildir. Bugünkü sömürü gerçeğinin en belirgin örneği de lüks ve şatafat değildir. Ailesinden onlarca taşınmaz mülk kalan biri muazzam bir bolluk ve gösteriş içinde yaşayabilir bir asalak olarak. Öte yandan mevcut düzen içinde pek de değeri yoktur bunların. Emek-sermaye çelişkisi çok daha gerçek ve merkezi bir önem taşır. Patron ve işçi arasındaki çelişki…

Bu çelişki zekat ve sadaka ile ortadan kalkmaz tersine meşrulaşır. 

Ücret artışı isteyen işçiye nanik yapıp, ikna olmayanı coplamak sonra da onlara sadaka vermek… Bu mevcut düzenin çözümüdür.

İnsanlığın çözümü ise sömürü ilişkisini ortadan kaldırmaktır ve er geç bu çözüme ulaşılacaktır. Yoksulluk ortadan kalktığında kimse “sadaka verin” diyemeyecektir.