Yediler, yuttular, şimdi defolma zamanı

Silah kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti, fuhuş... Sovyetler Birliği dağılırken, kapitalist Rusya’nın gereksindiği sermayenin bir bölümü bu bataklıkta birikti. Ancak asıl kaynak sosyalizmden kalan devasa altyapıyı, depolarda istifli malları, eşsiz makine parkını, yeraltı ve yerüstü kaynakları talan ederek yaratıldı. Birçok işletme, soygun anını çaresiz bekleyen işletme müdürünün kafasına dayalı namlunun gölgesinde imzalanan sözleşmelerle özelleşti. Devasa fabrikaların bir haftada üç kez sahip değiştirdiği görüldü. Kimi örneklerde yazılı belgeye dahi ihtiyaç duyulmadı, silahlı birtakım adamlar davetsiz geldiler ve elkoydular.

O zamanlar “mafya ekonomisi” deniyordu, fazlasıyla kibardı bu tanımlama, pezevenkten banker, çek-senet tahsilatçısından holding sahibi, ordu ve KGB’yi terk bitirimden enerji patronu yaratılan bir süreçti bu. Sovyet halklarına ait bilimsel, kültürel, teknolojik bütün zenginlikleri yiye yiye, yağmalaya yağmalaya kapitalist oldular!

Bu da bir birikim modeliydi. Geçmişte ücretli kölelere günde 14-15 saat kan kusturup sermayesine sermaye katan batılı “öncü patron”lar kadar ne zamanları ne de imkanları vardı. Emek hırsızlığıyla yetinebilir hale gelmek için sosyalizm döneminde yaratılan bütün değerleri iç etmeleri gerekiyordu.
Bugünkü Rusya’nın sermayedarlarının neredeyse tamamı, bu acımasız süreçte rakiplerinden daha atik, daha acımasız ve daha barbar oldukları için ayakta kalanlardır, emin olabilirsiniz.

Rusya’da kaba kuvvet, Türkiye’de kurnazlık ve riya!

Kuşkusuz 1990’lar Rusyası ile AKP Türkiyesi arasında büyük fark var. Erdoğan ve ekibi, ağır sorunlarına rağmen bayağı gelişmiş bir kapitalist ekonomi devralmıştı. Üstelik, Türkiye’de “köklü” burjuva aileler vardı, öyle mafya görüntüsü filan vermezlerdi. Zaten onları üzmeyen hükümetlerle çalışıyor, çok sıkıştıklarında bir telefonla iş çözüyor, elde tuttukları tekelci medya ile toplumun nabzını kontrol ediyor, olmadı darbeci generallere mektup yazıyorlardı “efendim şu sendika yasasına şeyi de ilave edelim” diye…

Görüntü biraz aşağılara, özellikle turizm, inşaat, tekstil sektörlerine sonradan giren karaparacılara gidildiğinde değişiyordu. Orada rakiplerinin ayağına sıkmak, uyuşturucudan nemalanmak, ihaleye fesat karıştırmak, hayali ihracat, hileli iflas, ne ararsanız bulabilirdiniz.

AKP’nin Milli Görüş’çü kadroları bu tabloya baktı ve belli ki “bu ne büyük ısraf” diye düşündü. Muhtemelen içlerinde yalnız Rusya değil, diğer Doğu Avrupa ülkelerinde yaşanan “birikim modeli”ne tanıklık etmiş, hatta üç-beş kasasını doldurmuş olanlar da vardı. Ve Rusya kadar değilse de, alabildiğine zengin bir ülke olarak Türkiye talanı, yağmayı bekliyordu.

Fabrikalar, ormanlar, akarsular, kıyı şeritleri, dağlar, ovalar, enerji hatları, kent parkları, tarihsel-kültürel zenginlikler, tarımsal araziler, yerin altı, yerin üstü, gökyüzü, hastaneler, okullar, aklınıza ne geliyorsa hepsi ama hepsi kapitalist ekonomi tarafından yutuldu. Yandaşlar yuttu, eskiden gelme ekabir patron yuttu, onlara servis yapan bürokrat yuttu, padişah yuttu, oğlu yuttu, kızı yuttu, bakanı yuttu, Arap şeyhi yuttu, Amerikalı spekülatör yuttu, yuttukça “Yarabbi Şükür” deyiverdiler. Rusya’dakine benzer bir “birikim” modeliydi bu üretken olmayan, geçici, hastalıklı…

Şimdi bir yandan deniz bitti, bir yandan halk “yeter be” dedi, bu akıl almaz çılgınlık yıllarında zenginliğine zenginlik katmış olan “birinci sınıf kapitalist”ler “bu kadar yemeyecektiniz bre zındıklar, her şeyi yüzünüze gözünüze bulaştırdınız” diye diklenmeye başladı. Padişah “yeriz ulan, gerekirse sizi de yeriz” diye bağırdıkça ağzından ayakkabı kutuları, villalar, banka hesapları, lüks arabalar dökülür oldu. Bu daha başlangıç, artık tutamaz, hepsini kusacak belli.

Rusya’da barbarların bir bölümü kodese tıkılmış, hatta servetlerine el konmuştu. Onca çalıp çırpmadan sonra, azıcık düzen gerekiyordu. Bizde ne olur, bilinmez. Birileri kaçabilir, birileri hapsedilebilir, birileri de delirebilir.

Ama çark bu şekilde döndükçe, halktan çaldıkları piyasa oyuncularının yanına kâr kalır. Birileri o zenginliklerin üzerinde oturmaya devam eder.
Ta ki, büyük insanlık hırsızın kıravatlısının da takunyalısının da, pezevenginin de aracısının da, yollusunun da yolsuzunun da tepesine çöküp, topluma ait olan ne varsa hepsini geri alıncaya kadar. Hani “fabrikalar, tarlalar, siyasi iktidar…” sloganındaki gibi.

İnşallah mı? Yok öyle değil, şöyle: Hadi Yallah!