Yaşasın özgürlük

Kemal Okuyan'ın “Yaşasın özgürlük” başlıklı yazısı 29 Mayıs 2013 Çarşamba tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Solda eşitlik ve özgürlük kavramları etrafında az tartışma yürümedi. Doğal… Sosyalizm, bir ideoloji olarak, insanlığın tarih boyunca süren eşitlik ve özgürlük arayışının içinde şekillendi, bu arayışın ürünü oldu.

Kimi zaman bu iki kavram birbirini dengelemek için de kullanıldı. Zaten bir tartışma konusu buydu. İddiaya göre “özgürlükleri ihmal eden eşitlikçilik” sosyalizmin demokratik yönünü buduyor, otoriterleştiriyordu. Bu nedenle eşitlik kadar özgürlükçülük de önemsenmeliydi.

Oysa sosyalizm özgürlüğe eşitlikten ulaşıyordu. Gayet basit, eşitsizliklerin kaynağı olan sınıf farklılıkları ortadan kaldırıldığında insanlık her tür diktatörlükten kurtulacak, özgürleşecekti. Bu yaklaşım, özgürlük arayışını değersiz kılmıyordu, tersine özgürlükleri kısıtlayan toplumsal koşullara karşı mücadeleye odaklanıyordu. Marx’ın da sistematiği buydu.

Tartışma, tarihsel referanslara da sahipti. Örneğin, Sovyet sosyalizmi bazılarınca özgürlükçü bulunmuyor, otoriter eğilimleri nedeniyle eleştiriliyordu. Biraz da bu nedenle dünyada ve Türkiye’de birçok hareket, kendini Sovyet sosyalizminden ayırmak için, “özgürlükçü sol” olarak adlandırır oldu.

Sovyetler Birliği’nin eksikliği “özgürlük” müydü, bu çok tartışmalı. Özgürlük büyüklüklerle ölçülemeyeceğine göre nitel kriterlere sahip olmalı. İşte o kriterleri belirlerken burjuva toplumlarını model almak ne kadar doğru?

Her tür ilerici düşünce ve eylemin bastırılmaya çalışıldığı Çarlık Rusyası’ndan hoyrat bir siyasi iklim devralan, zorlu iç savaş ve dış müdahale yıllarında olağandışı bir kaos yaşayan, yeni bir dünya kurmak için ileri doğru hamle yaptığında cehalet, mülk sahibi sınıfların kini ve uluslararası sabotajla mücadele etmek durumunda kalan, ardından faşizm ve savaş yıllarına giren bir ülkeyi hangi “özgürlük” kriteriyle değerlendireceğiz?

Buna kolay yanıt verilemez.

Ancak yoksul yığınların daha önce yanından dahi geçmedikleri bir özgürlük alanına sahip olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Konumuz Sovyetler Birliği değil.

Bütün bunlardan söz etmemin nedeni, bugün Türkiye’de olanlar.

Diyorum ki, “özgürlükçü sol”, hani Sovyet sosyalizmini beğenmeyen, yeterince “özgürlükçü” bulmayan sol, bugün neden ortalığı ayağa kaldırmıyor?

Solun hâli yok denebilir. O halde neden ortalığı ayağa kaldırır gibi yapmıyor?

Sovyetler Birliği halkları için gerekli görülen “özgürlük” bizim toplumumuzdan neden esirgeniyor?

Konunun “alkol”le ilgili olmadığı herhalde anlaşılmıştır. İnsanı yok etmeye çalışıyorlar. Sistematik bir biçimde. Sosyalizm, yeni insanı yaratma uğraşıdır ve doğal olarak insanı savunmak durumundadır. Çünkü insan, bizim açımızdan, tarih boyunca elde ettiği kazanımlar nedeniyle insandır.

Aydınlanma Çağı her şeye rağmen bir kazanımdır, burjuva devrimleri birer kazanımdır, tarihte bütün devrimler birer kazanımdır zaten… Cumhuriyetin kuruluşu bizde bir kazanımdır…

Bu kazanımların taşıyıcısı olan insanı savunur ve geliştirir sosyalizm, sosyalizm mücadelesi…

Ne ki, Sovyetler Birliği’ni “özgürlükler”den sınıfta çaktırmaya kalkan “özgürlükçü sol”, Türkiye’de “özgürlükçülük”te fena halde çuvallamakta.

Çünkü tarihsel kazanımlara sahip çıkacak özgüveni yok. Tarihsel kazanımlara sahip çıkamayan, insana da sahip çıkamaz. Din kurumunun toplumsal yaşamın bütün düzlemlerini belirlemesine sesini yükseltmeyen, buna karşı durma cesareti gösteremeyen, bu korkaklığı inanca saygı ile açıklayan insanı ve özgürlükleri nasıl savunacak ki!

Dün, ve bugün, bizler “hiç kimsenin ibadetine ve inancına karışılamaz” derken haklıydık, haklıyız. Çünkü samimiyiz, çünkü ibadet ve inanç bireysel bir tercih.

Bugün, “kimsenin yaşam tarzına karışmıyoruz” diyenler ise hem haksız hem de yalancıdır. Çünkü yaşam tarzı dedikleri bilimden kültüre, eğitimden siyasete toplumsal ilişkilerin tümünü kapsamaktadır.

Alkol, etek boyu, televizyon dizileri… Bunların hepsi insanı yok etmek amacıyla yürütülen sistematik operasyonun psikolojik savaşta öne çıkarılan unsurları.

Bu unsurların handikaplarından korkup geri adım atan özgürlükleri savunamaz, çünkü gayrı “özgür” değildir.

Bu durumda, “özgürlük” kavgası da, “eşitliği” birinci sıraya yazanlar tarafından verilecek.

Verilmeli!