Yargı siyaset yapmamalıymış… Ne münasebet!

Faşizmin tanımını, bugünkü siyasi iktidarın bu tanıma denk düşüp düşmediğini tartışmak istemiyorum. Lakin yazıma şununla başlamak durumundayım: Eğer Türkiye'de klasik faşizm kalıplarına uygun bir iktidar için koşullar uygun olsa, sermaye sınıfı böyle bir iktidardan başka bir çıkış yolu görmese, AKP'den daha iyisi, daha işlevlisi bulunamazdı ve zaten Erdoğan ve arkadaşları bu fırsatı kaçırmazlardı.

Her burjuva partisinde şu ya da bu oranda faşizan özellikler bulunabilir. Bunlarınsa oturuş kalkışları, verdikleri tepkiler, demogojiyi doğaçlama düzeyine çıkarmaları, komünizm ve emek düşmanlığı "faşist" tanımlamasına cuk oturuyor.

Liberallerin, solcu döneklerin, arsız aydınların sahip çıktıkları, umut bağladıkları, ricacı oldukları parti işte budur!

Öğreniyoruz ki, bu parti YARSAV'dan kurtulmak için yargı mensuplarının ancak tek bir derneğe, kendini müzik, heykel, resim, spor gibi etkinliklerle sınırlayan bir derneğe üye olabilmelerine izin veren bir yasal düzenleme hazırlamış. 12 Eylül Anayasası'ndan kurtuluyorduk öyle mi!

İktidarın sanat anlayışı bu! Yanına aldığı şarkıcı, yazar, sinemacı bozuntularına güvenerek "sanat"ın suya sabuna dokunmayan bir uğraş olduğunu sanıyor sanmıyor da işbirlikçileriyle birlikte böyle bir sanat anlayışını dayatabileceklerini düşünüyor. Yargı mensupları resimle, heykelle ilgilensin, derin meselelere zaman bulamasın.

Oldu!

Yargı mensubu siyaset yapar mı? Asker siyaset yapar mı? Polis siyaset yapar mı? Soruyu böyle soruyor ve saflardan onay bekliyor, çoğunlukla beklediğini alıyor da…

Bunlar tarafsız olması gereken kurumlar, onların mensupları da tarafsızlığa uygun davranacak… Ne güzel!

Buna değişik düzlemlerde yanıt verilebilir.

Önce teorik olarak, Marksizm açısından bakalım.

Burjuva devleti, tarafsızlık görüntüsünün arkasında alabildiğine taraflı bir yapılanmadır ve bütün dokusuyla siyasallaşmıştır. Bu siyasallaşma "siyaset yasağı" ile korunur ve istenmeyen unsurların erişimine kapalıdır. Siyaset asli olarak devletin, devlet kadrolarının ve elbette düzen partilerinin tekelindedir. Bir sınıf olarak sermaye sınıfı siyasetin bütün özgürlüklerinden yararlanır. Emekçi sınıflar ise, duruma göre genişleyen ya da daralan ama her durumda sınırlanmış bir alanda siyaset yapabilir.

Bu ikiyüzlülüğe karşı, yaşamın her alanının, her noktasının siyasallaşmasını savunmak gerekir. Devlet kurumları zaten siyasetin merkezindedir, onların tarafsızlık iddiasını boşa çıkarmak, çok büyük insan kaynaklarını kullanan bürokrasi içinde emeğin sesine ortak olabilecekleri örgütlemek, aslında birer emekçi olanların kendi sınıfsal çıkarlarını, bağlı bulundukları kuruma yüklenen sınıfsal misyonun karşısına çıkarmaları için olanak yaratmak…

Devrimci yaklaşım budur. Düşük rütbeli asker ve polisler, hakimler ve savcılar, infaz memurları, bunların hepsi sınıf karakteri tartışılamayacak taraflı kurumların kadrolarıdır, "siyaset yasağı" tam da bu sınıfsal karaktere hizmet etmektedir.

Sözü edilen sınıfsal karakter zayıflamaz ama insan kaynaklarının bu karaktere bağlılığı kısmen zayıflayabilir. Bunun için sendikalaşmalı, örgütlenmeli, seçme ve seçilme haklarını, siyaset yapma haklarını sonuna kadar kullanmalıdırlar.

Bu sonuna kadar devrimci yaklaşımı "askere bel bağlamak"la itham edenleri ciddiye almıyorum hem gayri ciddi hem de kapitalizm yardakçısıdırlar.

Türkiye'ye gelelim…

İmam başbakan olacak, yargı mensubu boş zamanlarında el işi yapacak!

Polis cematte örgütlenecek ama sendika kuramayacak!

Patron siyaset yapacak, işşi sendikası işine bakacak!

Asker muhtıra verecek, darbe yapacak, NATO ve ABD çıkarlarını savunacak, işadamlarının ülke dışı yatırımlarını koruyacak, holding kuracak, her tür rezilliğe ortak olacak ama milletvekili olamayacak!

Yargı örgütlenemezmiş…

Zekeriya Öz örgütlü değil mi!

Polis örgütlenemezmiş…

Üç hilalli kabza taşıyanlar örgütlü değil mi!

Geçiniz… Bu sınırlamaların hepsi, sermaye düzeninin korkusunun ürünüdür.

Düne kadar öğrenciyi de siyasetin dışına itmişlerdi, şimdi sözüm ona serbest!

Bu kirli düzenin sarsılması ve yıkılması için siyaset her yere girmeli. Biz bunu savunuruz.

İlle bir yasaklama gelecekse, patronların siyaset yapma hakkı yasaklanmalı. Hem piyasa ekonomisine de bal gibi uyar: Haksız rekabet!

Başbakan ya tüccarlıktan vazgeçsin ya da siyasetten. Şiir yazsın, meraklı zaten!

Sosyalizmde, emekçi halktan yana taraflılığını açıkça ilan edecek olan işçi sınıfının iktidarında herkes, bütün meslek grupları, askerinden hakimine, tezgahtaki işçiden gerçek şairine herkes sonuna kadar siyaset yapacak.

O zaman söyleyeceğimizi şimdi de söylüyoruz işte:

Herkes örgütlensin, herkes siyaset yapsın!