Velev ki…

“Camide içki içtiler” yalanı elinde patladı… Arada sıkıştıkça yine aynı nakarat, lakin nafile…

Nafile de, velev ki biri camiden içeri girmiş ve bu haltı yemiş olsun…

Meczubu var, provokatörü var, cinsi var, arızası var… Yapmadıkları şey değil, eline üç kuruş para tutuştursalar, “al şu şişeyi dal içeri” deseler, birini ikna ederler illa ki!

Ne olacak, “vay efendim, kutsal mekana tecavüz ettiler” diye ortalığı birbirine katıp, katliam çağrısı mı yapacak?

Türkiye’nin hemen her kentinde sokağa dökülen milyonların bu ve benzer konulardaki duyarlılığına, eylemlere açık açık destek veren sendika, meslek örgütü ve partilerin açıklamalarına, yaklaşımlarına rağmen tantanaya devam mı edecek?

Bu halk, gerekirse camileri de korur diktatörün fesatından…

Ne dedik, Kabataş’ta bebekli kadına saldıranları açıkla, görüntüleri kamuoyuyla paylaş, gerçekten varsa böyle densizler, hesabını Haziran direnişçileri sorsun. Elbette yanıt vermiyor.

Milyonlarca kişinin katıldığı kitlesel gösterilerden sonra, bir bölümü ilk elden tanıklar tarafından yalanlanmış iddialar ve saçma sapan komplo teorileri dışında elinde hiç ama hiçbir şey yok.

Kendi hesabı ise dağ gibi yükseliyor.

Halk “yanlış yapanın kulağından tutar atarız” kültürünü benimsedi.

Diktatör ise “kelle vermem” modunda.

Halk kendinden emin, halk Haziran Direnişi’nde yaygınlaşan ahlaka güveniyor diktatör ise çorap söküğünden korkuyor.

Hangi birinden kurtulsun?

Binlerce polisin hedef gözeterek gaz fişeği ateşlediği görüntülerle, hastane raporlarıyla, çıkan gözlerle, kırılan kaburgalarla, yarılan kafalarla kanıtlanmış durumda. Velev ki değil belli ki!

Yüzlerce kişinin polis araçlarına konup dövüldüğü, kadınların cinsel tacize uğradığı gün gibi ortada. Diktatör üfürüğü değil acı gerçek!

Başbakanlık binalarında depolanan asidik malzeme katılmış TOMA suyuyla binlerce insanın yandığını yananlar değil, hekimler söylüyor. Kanıt yandaş medya cırtlaması değil kızaran, soyulan, dökülen ciltler!

Daha öncesini geçtik, bir aydır üst düzey kamu görevlilerinin halkı aldatıp yalana başvurduğu yüzlerce örnek var, ortaya çıkarılmış. Şehir efsanesi değil belgeli, kayıtlı!

En önemlisi öldürülenler var, diktatörün “destan yazan” korumaları tarafından. Yalancıktan değil bilincimize kazılı, toprağa gömülü!

Velev ki, o boş bira kutusu caminin içinden çıksaydı…

Daha ne yapacaktı?

“Bunların katli vaciptir” mi diyecekti?

Halk diktatörün yalanına dolanına ve de celallenmesine kararlılıkla, akılla, yaratıcılıkla karşı koymaya devam ettiği sürece mesele yok.

Çünkü sanıldığının tersine, kendi tabanını güçlü tutmak, harekete geçirmek için değil, halkı bezdirmek, direnişe katılanlarda kafa karışıklığına yol açmak için “içtiler, saldırdılar” plağını tekrar tekrar dinletiyor. Hesabı insanların “eyvah bu iş kontrolden çıktı” demesiydi.

Peki sonuç? İnsanlar hem öfkeli hem ne yaptıklarını biliyor kontrolden çıkan ise besbelli ki diktatörün kendisi!