Umut ve ilk şarkılar…

Bilsay Kuruç, İzzettin Önder, Korkut Boratav, Taner Timur… Sosyal bilimler alanının duayenleri olarak nitelendirilebilir bu isimler. Sol Cephe için çağrı yapan çok sayıda kişinin arasında onlar da var. Karanlığa itiraz ediyorlar. AKP diktatörlüğüne itiraz ediyorlar. Yaşananlara kabus diyorlar ama…
… Umutsuz değiller!
Saydıklarımın ve kuşkusuz onların yanına rahatlıkla ekleyebileceğimiz başka bilim insanlarının ne kadar titiz olduğunu tanıyanlar bilir. Gerektiğinde virgülün bile hesabını yapan bu aydınlarımızın geleceğe elbette kaygıyla ama umutla bakmalarının kanıtı çağrı metnindeki şu cümlelerdir:
"Emperyalizmle, sömürüyle ve karanlıkla, birini diğerine yeğleyerek mücadele edilemez. Yobazlara, ülkemizi satanlara ve satın almaya kalkanlara ödün vermeyiz. Gericilerle, sömürücülerle, emperyalistlerle uzlaşmayız, pazarlık etmeyiz."
Bu ifadede bilim en az siyaset kadar konuşmakta ama hepsinden öte umut kendini dillendirmektedir. Çünkü ne zaman mücadelenin bütünlüğüne vurgu yapılır, düşmanı daraltmak adına hedef daraltma kolaycılığına düşülmezse işte o an, ilerici insanlık paniklememiş, korkuyu yenmiş demektir.
Türkiye'de karanlığın sacayağı olan emperyalizm, gericilik ve piyasaya aynı anda kafa tutmak yürek ister, zihin açıklığı ister. Öte yandan bu bağlantıyı kurmak bilim insanları için fikri namus meselesidir de…
Bağımsızlık ve laiklik taleplerinin sınıfsal içeriğini göz göre göre yok saymak aydın tavrı nasıl olabilir ki! Daha önce de yazdım, bu bütünlük içinde herkesin öncelikleri olabilir, herkes farklı bir noktayı merkeze koyabilir ama bağlantıları yok saymak…
İşte o bilime aykırı bir işlem olur!
Umutsuzluk ve çaresizliktir en hassas beyinlere bile bildiğini unutturan.
İşte bu nedenle dostlar, "şu sömürüyü, sermayeyi filan işin içine karıştırmayalım, bizi daraltır" diyerek, istemeden de olsa umudun ateşini söndürmeyelim.
Sol Cephe çağrısını ben basit bir "bir olalım" feryadı olarak hiç anlamadım. Sol Cephe çağrısı, direncin, çözümün, çıkışın "sol"un öz kaynaklarında olduğu iddiasıdır. Sağdan medet ummanın bir virüs gibi yayıldığı sırada, ihtiyaç duyulan "sarsıcı" bir sestir.
Umarım, bu sesi iyi değerlendiririz.
Umudu güçlendiririz.
İlk Şarkılar'daki gibi…
Başına çok şey gelmiş, bu ülkeden umudu kesmiş, yorulmuş, bıkmış, şöyleymiş, böyleymiş…
Yalan!
Fazıl Say fena halde umutlu, fena halde…
Daha önce bestelediği şarkıları, her tarafından müzisyen fışkıran Bağcan ailesinin yenilerinden Serenad'ın olağanüstü sesini de yanına alarak bir kez daha düzenlemiş ve albüm yapmış: İlk Şarkılar…
İlk Umutlar da diyebiliriz. Kulak vermeye başlarken korkmuştum açıkçası, duyguların en yüklüsü ama şu sıralar en alçağı "hüzün"le sayısız karşılaşmamıza bir yenisinin ekleneceğinden…
Ne mümkün! Ayağa kalktım defalarca, okuduğunuz bu yazının konusunu değiştirdim, bir daha değiştirdim, yorgunluğumu unuttum.
"Bizim cenaze marşımız bile farklı olmalı", "acıyı dillendirirken bile insanı ayağa kaldırmalıyız, yüceltmeliyiz ezgilerimizle" diye düşünmüşümdür hep ama ne çare müzisyen değilim!
Tam da bunu yapmış Fazıl Say… Bir bölümünü önceden bildiğim şarkılar Metin Altıok'un iki "duygusu sık dokunmuş" şiirinde bile sizi terk etmiyor, elinizden tutuyor, Orhan Veli'nin efkârını sonuna kadar hissediyor ama efkârlanmıyorsunuz.
Yaşamak, mücadele etmek istiyorsunuz.
Sen de çok yaşa Fazıl Say!