Umudu çoğaltmak…

Kemal Okuyan'ın "Umudu çoğaltmak..." başlıklı yazısı 31 Aralık 2012 Pazartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Türkiye geç de olsa hakkını arayan TEKEL işçisine “helal olsun” demişti. Türkiye sınav yolsuzluğuna isyan eden liselilere büyük saygı duymuştu.
Türkiye Tayyip’in tehditlerine kulak asmayan ODTÜ’lüyü, onunla dayanışan diğer üniversitelileri de benimsedi.

Farklı tarihlerde ve farklı nedenlerle gerçekleşen bu üç çıkışı ortaklaştıran nedir?

En başta, haklılıktır. TEKEL işçisinin haklı olduğunu AKP destekçileri de kabullenmişti. YGS’de yolsuzluk yapıldığı herkes tarafından bilinen bir gerçekti. ODTÜ’deki polis şiddetinin “öğrenci terörü”yle ilgili olmadığını, Başbakan’ın güç gösterisi yaptığını toplumun geniş bir kesimi kavramıştı.

Haklılık, mücadeleyi doğal hale getiren birinci koşuldur. Taraf olmak insanları zaman zaman haksız kavgaların içine çekebilir ya da haklı olmak ikincil plana itilebilir. Ancak sonuç alıcı mücadeleler, o mücadeleye katılanların kendi haklılıklarına ilişkin mutlak bir kanaata sahip olmalarının ürünüdür. Bu da yetmez, o konuya ilişkin henüz izleyici durumundaki geniş kesimler nezdinde de haklı olmak gerekir.

AKP’nin bütün demagojisine karşın TEKEL işçisi, liseliler ve ODTÜ’lüler yaygın kanaate göre “haklı” oldular.

Sol bazen bu kadar “haklı” gözükmeyebiliyor…

Bir başka ortaklık, kararlılık ve cesaretti. Üç örnekte de, hükümetten gelen tehdidin sonucu, kararlılığın pekişmesi, cesaretin çoğalması oldu. Kolay geri çekilen hareketler, zirve noktasında nasıl bir heyecan yaratırsa yaratsın, sönümlendiğinde iz bırakmadığı gibi, moralsizliğe de yol açarlar. Bu açıdan TEKEL işçisi, liseliler ve son örnekte üniversiteliler topluma güç ve enerji aktarmışlardır.

Meşruiyet çizgisinin korunması yine bir başka ortak özelliktir. Tayyip Erdoğan, bu üç örneği de kriminalize etmek için elinden geleni yaptı. O zaman işi kolaylaşacaktı. Başarısız oldu. Kararlılık, cesaret, militanlık, akılla ve haklı olma bilincinin sağladığı özgüvenle birleştiğinde hiçbir provokasyon girişimi sökmüyor. TEKEL işçisi, liseliler, ODTÜ’lüler işin kolayına kaçmayarak, AKP’nin ekmeğine yağ sürecek çocukluklardan kaçınarak, dik durmayı becerdiler.

Erdoğan TEKEL işçisine “aranızda provokatörler var” dedi, ters tepti. İşçiler provokasyonun hükümetten, kolluk güçlerinden geldiğini gördüler. Erdoğan liseliler için “dışarıdan kışkırtılıyorlar” dedi buna yanıt daha kitlesel gösterilerle verildi. Erdoğan ODTÜ’lülere “marjinal” dediği sırada, binlerce öğrenci AKP’ye karşı koyacağını göstermek için ayaktaydı.

Erdoğan’ın elinde kala kala “bunlar taş atar, bizimkiler kitap okur” saçmalığı kaldı. Tam zamanıdır. Boyun eğmeyenlerin, emperyalizme ve gericiliğe, piyasacı eğitim sistemine direnenlerin bilimle, sanatla, kültürle ilişkisini de göstermenin.

TEKEL direnişi, YGS eylemleri, ODTÜ’de ve diğer üniversitelerde yaşananlar somut bir kazanıma dönüşmese de, muazzam bir enerji veriyor topluma. Bu enerjinin koruması ve çoğalması için, karşı tarafın bütün dayanaklarının çürütülmesi gerekir. “Bizimkiler kitap okur”, siyasi iktidarın barutu tüketmekte olduğunun kanıtıdır.

Çünkü okumuyorlar! Bilime düşman, sanata düşman, insana düşman bir zihniyet ne okuyacak?

Bizimkiler okur, onlar değil!

* * *

Önceki gece, uzun süreden beri ilk kez bir konsere gitme olanağı buldum. Küçük bir mekanda genç piyanist Yiğit Özatalay ve İtalyan vokalist Mercedes Casali’yi büyük bir keyifle dinledim. Yiğit olağanüstü mütevazı bir insan, “benim” demeyen biri… En önde onu izleyen yine genç müzisyenler, piyanistler… İki tanesi dikkatimi çekti, sahnedekileri dinlerken onları izledim, adlarını da vereceğim Onur ve Volkan. Baştan sona sadece ve sadece mutluydular, küçücük bir haset, burun kıvırma, tepeden bakma, hiçbir şey yok… Başkalarını dinlemeyen, başkalarını okumayan sanatçılardan değillerdi… Hayata, dünyaya ilişkin sağlıklı düşünceleri vardı siyasal duyarlılıkları da… İki saat boyunca arkadaşları Yiğit’e kibirle değil dost sevecenliğiye baktılar, ne güzel… Küçük ama insanın yaşadığına dair güzel bir örnek…