Türkiyeli Taliban, Hamas ve Hizbullah İster misiniz?

Önce Irak'ta direnişin Amerikan askerlerine kök söktürmesiyle tartışılmaya başlandı. Direnişe güç katan örgütlenmelerin hatırı sayılır kısmı İslamcıydı. Pek "ılımlı" da sayılmazlardı, zaten İslamcının ılımlısından daha çok Amerikancısını anlamak gerekiyordu. Ama bir gerçek daha vardı, İslamcının "ılımlı" olmayanın da köken ya da mazisinde ABD parmağı bulunması neredeyse bir kuraldı.

İşte bütün dünya bu parmağın birçok örnekte neden ve nasıl kırıldığını merak ediyordu. Irak'ta onlarca dinci odak işgale karşı direniyor ve belki direnişin seküler kanadını hak etmediği oranda gölgeliyordu. Ama Afganistan'da Taliban her açıdan baskındı. ABD ve NATO güçlerini sıkıştırmakla kalmıyor, işgale karşı konumlanma niyetindeki diğer muhalif unsurlara yaşam hakkı da tanımıyordu. Ve herkesin bildiği gibi, Taliban'ın oluşumu ve güçlenmesinde ABD parmaktan çok daha fazlasını sokmuştu işin içine. O zamanlar "terörist" değil "mücahit"ti arkadaşlar ve sosyalizme karşı cihad ilan etmişlerdi...

Afganistan ve Irak'ta işgale karşı mücadele İslamcıların ABD karşıtlığının boyutlarını tartışmak için yeterli nedendi ama konunun bir de İran'la ilgili kısmı vardı. 1970'lerin sonundaki devrimci döneme el koyan mollaların sonrasına damga vuran karşı-devrimci icraatları ile bu icraatların ABD'yi karşısına alan yönü arasındaki çelişki hep gündemdeydi. Ama ne zaman ki Sovyetler Birliği dağıldı, ABD bölgeyi yeniden tasarlamaya dönük girişimlerini yoğunlaştırdı, işte o zaman İran'ın bu girişimleri bozucu özellikleri daha fazla önemsenir oldu. Kısa sayılmayacak bir süredir, İran İslam Cumhuriyeti, ABD'ye karşı Rusya'dan başlatılan ve bazı Orta Asya ülkelerini içine alarak Hindistan ve Çin'e kadar uzandığı ileri sürülen eksenin kritik bir parçası olarak algılanır hale geldi.

Uzatmayalım, böyle bir eksen yok! Sayılan ülkeleri birbirine bağlayan ortak ekonomik çıkarlar yok, bütünlüklü bir stratejik birlikten söz etmek zor, her birisinin ABD ve diğer emperyalist ülkelerle derdi de farklı farklı. Hele hele bir Hindistan var ki, adı sık sık Avrasya stratejilerinde geçen, ABD'nin bayağı militan bir gücü haline geldi, bölgede Vaşington'un son dönemki en önemli kazanımı sayılabilir.

Eksen yok ama, ABD'nin canını sıkan aktörler var, bu aktörlerin başında İslamcı İran var! Sonra geliyoruz Lübnan'daki fiili duruma, İsrail'i durduran Hizbullah'a. Halkçı bir karaktere sahip olan, bugün Lübnan'da sökülüp atılamayacak kökler oluşturan Hizbullah da "ılımlı" filan değil, düpedüz İslamcı. Eski birçok komünistin çeşitli nedenlerle saflarına katıldığı bu örgüt, dinci hareketlerin anti-emperyalist mücadeledeki yerine dair önemli veriler sunuyor. Afganistan ve Irak'taki kadar gizemli de değil somut, açık, takip edilmesi kolay bir hareket olarak büyük saygınlık elde etmiş durumda. Geçmişindeki "parmak" herkes tarafından bilinse de...

Sonra Hamas eklenmiştir tabloya. Filistin'de El Fetih vardır, seküler Filistin partileri vardır, eski güçlerini korumasalar da Demokratik Cephe ile Halk Cephesi vardır ama her şeyden önce Hamas vardır. Hamas, önderliği yolsuzluk ve işbirlikçilikle malul El Fetih'in ve geri çekilen solun yerini alarak İsrail'in karşısına dikildiğinde, sicilinde yine o uğursuz "parmak" ve Filistin halkına karşı işlenmiş suçlar yer almaktaydı.

Bütün bunları ve benzerlerini toplayın, ABD'nin "terörle mücadele" konseptinin merkez konusu olan "dinci terör"le karşılaşırsınız. Bir başka deyişle, aralarındaki büyük farklılıklara karşın, tarihsel bir bağlamda İslami hareketler başlığı altında toplanmasında bir sakınca olmayan Ortdaoğu'daki temel direniş odağı ile...

Demek ki solun bu tabloyu tartışması için yeterince neden var.

Bölgede solun öncelikli görevi emperyalizme karşı mücadele... Bu mücadele doğal olarak Amerikan varlığı ve hegemonyasına karşı mücadelede somutlanıyor. Dolayısıyla, anti-emperyalist temelleri oldukça zayıf olan bu hareketler, bugün bu coğrafyada anti-emperyalist mücadele açısından son derece kritik bir rol üstleniyorlar.

Üç şey bu rol şu anda yaşamsaldır, bu rol geçicidir, bu role soyunanlar kırılgan ve güvenilmezdir.

Bu rolü üstlendikleri oranda söz konusu hareketler, aynı coğrafyada emperyalizme karşı mücadelede veren devrimci, ilerici güçler açısından müttefik konumundadırlar. Bununla birlikte bu hareketlerden dost ya da yoldaş imal etmek mümkün değildir. Bu hareketler söz konusu coğrafyaya tarihsel bir ilerleme projesi sunmamaktadırlar, anti-komünist karakterlerini korumaktadırlar, emperyalizmle mücadeleyi belli bir noktada onunla pazarlığa evriltme ve özellikle ABD ile anlaşma arayışındadırlar. Bu bir iktidar olarak İran için geçerlidir, birer iktidar odağı haline gelen Hamas ve Hizbullah için geçerlidir, Irak'taki direnişçi İslamcı örgütler için geçerlidir, Taliban için özellikle geçerlidir.

Türkiye solunda bazı kesimlerin bu türden hareketleri cilalamak konusunda pek hevesli olmaları, onlara olmadık anlam ve özellikler yüklemeleri geleneksel "bir yere tutunma" ihtiyacından da kaynaklanıyor ama kısmen. Asıl sorun Türkiye solunun ideolojik referanslarındaki bozulmadır. Evet, şu anda Ortadoğu'da ABD planlarını bozan, İsrail'i durduran, NATO'yu maymun eden İslamcı güçleri, mücadelenin bir noktasına yerleştirmek, onların yarattığı enerjiyi değerlendirmek ve de kabullenmek durumundasınız. Ancak kendi değerlerinizi unutamazsınız, tarihsel gerçekleri yok sayamazsınız.

Bugün Ortadoğu'da direnişi ilerici toplumsal bir projeye bağlayan neredeyse hiçbir hareket yok. Devrimci özneler şu ya da bu nedenle geriye düştüler, projelerini bir kenara koyarak ABD ve İsrail karşısında verilen popüler mücadelenin içinde yerlerini alıyorlar. Bu nedenle onlarla İslamcı hareketler arasındaki ideolojik farklılıklar siyasi boyutta silikleşiyor. Ortada bir sıcak mücadele var ve bu mücadele sıcaklığını koruduğu sürece, kimse siyasi projelerle ilgilenmiyor. Sol zayıf, İslamcı hareketlerin de öyle somut siyasi projeleri yok sanıldığı gibi. Dini referansları olan bir siyasal sistem de birçok örnekte siyasal bir bağlama yerleşmiyor, daha çok ideolojik referansların ürünü.

Yani, Ortadoğu henüz İslamcı hareketlerle sol arasındaki ayrışmayı hızlandıracak dinamiklere sahip değil.

Ama unutulmamalı. İran'dan başlayarak, Taliban'a, Hamas'a, Hizbullah'a varıncaya kadar hemen bütün aktörler belli bir vadede seküler solcu güçleri ABD karşısında yalnız bırakma potansiyeline sahip. Hamas'ın bütün derdi, İsrail'i yalnızlaştırmak, ABD'yi kendisini partner olarak kabullenmeye ikna etmek. Hizbullah, "düşman İsrail"dir diyor ve ABD çıkarlarını tehdit etmemeye özen gösteriyor. İran'da mollalar rejiminin ABD'yle anlaşmayacağının garantisi yok. Ve daha da önemlisi, İslamcı hareketler ama tehditle, ama baskıyla ama doğrudan şiddetle solu sindirmeye devam ediyorlar. Pek çabuk ikna olduğumuz bu "yeni yoldaş"lar, yalnızca sol adına işbirlikçilik yapan hainleri değil, emperyalizme karşı aktif mücadele içindeki devrimcileri de hedef alıyor, zaman zaman onları katlediyorlar. Zorlu bir coğrafyada olur bunlar ama mesele bunun ötesidir: Söz konusu dinci örgütlerin hemen hepsi, dayandıkları ya da ilişkide oldukları zengin sınıflarla emperyalist ülkelerin temel ve tarihsel düşmanı olan sol karşısında en büyük güvence olduklarını her daim gösterme ihtiyacı hissetmektedir.

Andığımız coğrafyada daha neler yaşanacak, neler! Sol olmadan hiçbir şey olmaz! Bugün ABD planlarını altüst ettiği için meşruiyet kazanan "kanlı" Taliban'ın elindeki bir Afganistan ne özgür, ne bağımsız olabilir, ne de böyle bir iktidar devrimcilik adına sahiplenilebilir. Tartışması bile olmaz.

İlerleme kavgasının çok gerilediği, geriletildiği bir dönemde insanlığa zaman kazandıran, bu nedenle büyük önem taşıyan bir "direnç"ten söz ediyoruz. Bu direncin ilerleme gereksinimini gereksizleştireceğini ya da ilerlemenin sorumluluğunu taşıyabileceğini sananlar fena halde aldanır.

Bu nedenle, "Türkiye'de neden yok böyle hareketler" diye hayıflananlar bilsinler ve sevinsinler ki, Türkiye'de ilerleme kavgası bu kadar geride değil! Olmaz zaten, Türkiye'den bir Lübnan Hizbullahı, bir Hamas çıkmaz. İyi ki çıkmaz... Çıkarsa bilin ki, sol bitmiş demektir, Türkiye de...

[email protected]