Suriye Devrimi!

Kemal Okuyan'ın "Suriye Devrimi!" başlıklı köşe yazısı 1 Aralık 2012 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Devrim ve karşı devrim her zaman iç içedir.

Bütün devrimler, kendi bünyelerinde barındırdıkları karşı devrim tehlikesiyle hesaplaşarak, onu bertaraf ederek ya da ona boyun eğerek tarihe geçmişlerdir.

1789 Fransız Devrimi, 1917 Ekim Devrimi karşı devrim cephesini yenilgiye uğrattıkları için muzaffer olmuşlardır. Türkiye’de burjuva devrimi 1908’den itibaren kesintili gelişimini, Cumhuriyet’in kuruluşuna taşırken karşı devrim olasılığını hep ensesinde hissetmiştir.

Bir toplumsal kalkışmanın “devrim” sıfatını hak etmesi, kısa bir süre için de olsa, iktidarın daha ilerici bir sınıfın, o sınıfı temsil eden bir siyasi aktörün eline geçmesi ile mümkün olabilir.

Örneğin 1920’lerde Almanya’da hem bir devrimci dalga vardı hem de Bavyera’da, Hamburg’da ortaya çıkan işçi iktidarları… Bu sayede Alman Devrimi’nden söz edebiliyoruz.

Mısır ve Tunus’ta bir devrimden bu nedenle söz edemiyoruz. Bu ülkelerde bir devrimci yükseliş söz konusuydu, ancak “devrim uluslararası güçler tarafından çalındı” (şimdi çok yaygın kabul gören çalınan devrim kavramını ilk kullanan kişi olduğumu övünmek için değil, gelişmelere “devrim değil” demenin olayların barındırdığı halkçı dinamikleri inkar etmek anlamına gelmediğini bir kez daha hatırlatmak için belirtmek zorundayım). Tunus ve Mısır, bir devrim karakteri kazanamadan, emperyalist ülkelerin istediği mecraya taşındı. Şimdilik…

Libya’da halkçı bir dinamik kendini hiç hissettirmedi. Eline her silah alana “devrimci” diyecek kadar çağımızdan bihaber olanlar dışında, doğrudan emperyalist merkezlere hizmet edenler “devrim” sözcüğünde ısrar ettiler.

Sonra sıra Suriye’ye geldi.

Eski öykü yine piyasaya sürüldü. Suriye’de devrim oluyordu ama emperyalistler oraya da el atmıştı. Devrimi desteklemek ama dış müdahaleye karşı durmak gerekiyordu!

Bu tezi savunanlar arasında silahlı muhalif gruplar da var. İşbirlikçilikle damgalanmak istemedikleri ve dışarıdan gelen paraların bir bölümünü cebe attıkları için “silah ve parayı esirgemeyin bizden, devrimlerin en güzelini, en renklisini size sunalım” demeyi tercih ediyorlar.

Bunun dışında, bölgede devrimci değerlerle emperyalist projeler arasında sıkışıp kalan irili ufaklı birçok siyasi hareket, “Suriye devrimi”ni arındırmak, onu kurtarmak derdinde.

Oysa bu mümkün değil. Mümkün değil çünkü Suriye’de devrim yok! Bir devrimci yükseliş de yok!


Böyle bir gelişme elbette yaşanabilir. Eğer işgal tehdidinin bertaraf edilmesinde ve “gerici” iç güçlerin yenilgiye uğratılmasında “rol çalan” ilerici bir odak şekillenirse, bu kadar toz duman içinde elbette “devrim” de kendini hissettirebilir.

Lakin, Esad karşıtı herkesi devrimci ilan etmek, Esad’ı devrimci ilan etmekten çok daha büyük bir yanlış şu anda. Baas rejimine karşı mücadele edenler “biz ÖSO gibi değiliz” açıklamalarıyla, El Kaide ile mesafe açmakla sıyrılamayacakları kadar ağır bir sorumlulukla karşı karşıyalar: Çok iyi hazırlanmış bir emperyalist senaryoya hizmet etmeye devam ediyorlar.

Suriye Devrimi’ni filan geçin, bölgede çok özel sonuçları olacak gerici bir müdahale var. Bu müdahaleye karşı mı duracağız, bu müdahalenin içinden mi yol bulmaya çalışacağız!

İkincisini önerenler, AKP iktidarının da fırsat yaratacağını iddia ediyorlardı. “Siz statükocusunuz” diye suçluyorlardı bizi AKP tehlikesine işaret ettiğimiz için. Biri lütfen söylesin, “AKP reformları”nın bu ülkede hangi devrimci kanalı güçlendirdiğini…

Bu ülkede umut adına yeşeren ne varsa, AKP’ye karşı dirençle ortaya çıktı, AKP’ye karşı koyarak kendini hissettirdi. AKP’nin açtığı yola “başka niyetler”le sokularak değil!