Sorumluluk…

IŞİD’in kritik hamlelerine kimin nerede karar verdiğini bilemiyoruz. Bir yanda ABD’nin her şeye muktedir olduğu inancıyla uğraşıp, diğer yanda emperyalist merkezlerin kirli ve kanlı dünyasının boyutlarını göstermeye çalışmak gibi birbirini zaman zaman çelen iki yükümlülüğümüz var. IŞİD örneğinde, başından beri bu örgütün hemen her tarafından tuhaflık fışkırdığını söylüyoruz. Irak’taki ilk “sürpriz” saldırıların ABD tarafından önünün açıldığını, bu örgütün “ılımlı” diye yutturulan başka bazı örgütlerden daha “radikal” olmadığını (bu IŞİD’in barbarlıklarını küçümsemek anlamına gelmiyor), IŞİD faaliyetlerinin ABD ve Avrupa kamuoyuna sunumunun plastik bir yan taşıdığını, Kobane’deki saldırıların ABD yönetimince etkili bir halkla ilişkiler mesaisine dönüştürüldüğünü, Suriye’nin birçok bölgesinde Obama’nın “iyi çocukları”nın IŞİD vahşetini aratmayacak katliamlar yapmaya devam ettiğini de her fırsatta dile getirdik. Anlaşılıyor ki, Türkiye’de gerçeklere göz kapamak devrimcilik, ortalamacılığa teslim olmak aydın tavrı diye yutturulmaya devam edilecek.

Kobane Kürtleri IŞİD’e karşı büyük bir dirençle savaşıyor. Dengeler aleyhe döner gibi olduğunda, ABD uçakları IŞİD mevzilerini bombalıyor, kentin düşmesine izin verilmiyor. Öte yandan Kobane üzerindeki baskının kalkmasını istemeyen yalnızca AKP değil. Kobane, Suriye’ye müdahale için NATO’nun elini fazlasıyla güçlendiren bir “oyun alanı” ve bu açıdan kentin yaşadığı trajedinin uzamasında yarar görüyorlar!

İşte bu koşullarda PYD güçleri ile IŞİD arasında Kobani için sürmekte olan çatışmaların arka planında bir başka “mücadele” her geçen gün daha da kızışıyor. Bölgede keskinleşen çıkar çatışmalarında sözü ve de eli olan hemen bütün aktörler Suriye Kürtlerini kendi ittifak sistemine dahil etmek istiyor.

AKP hükümeti, PYD’ye Türkiye’deki tek muhatabının kendisi olması ve Suriye “muhalefeti”ne katılıp Esad’la daha aktif bir mücadele içine girmesi için dayatmalarda bulunuyor. ABD, PYD ile Barzani arasındaki gerilimin azalması için uğraşırken, Suriye Kürtlerini Şam yönetiminin karşısında konumlandırmak konusunda en az Ankara kadar istekli. Almanya, başından beri ABD’den farklı yaklaştığı bu karmaşada bir kez daha “Kürt olgusu”nu keşfetmiş oldu ve ülkede yaşayan Kürt nüfusu da hesaba katarak geçtiğimiz hafta “ben de varım” deyiverdi. AKP’yi sıkıştırmak için “Kürt kartı”nı kullanabileceğini açıkça belli eden tek NATO ülkesi olarak!

Bana göre en çok önemsenmesi gereken, Rusya ve İran’ın tavrı. Son dönemde uluslararası politikada etkili bir biçimde çalıştırdıkları medya kanallarını Suriye Kürtlerinin direnişine açan bu iki ülke, PYD’nin Vaşington eksenine yerleşmemesi için büyük çaba harcıyor.

Şu anda bu ekseni bozan, temelde, AKP’nin tutumu. Çözüm sürecindeki muhatabı PKK’nin bölgesel ağırlık ve meşruiyetinin artmaması önceliği ABD’nin işini zorlaştırmakta. Öte yandan, PYD’nin Erdoğan ve arkadaşlarını atlayarak ABD ile doğrudan ilişki kurması, örneğin Kobane’deki hava desteğinin PYD istihbarat ve işbirliğine dayandığının bizzat örgüt tarafından açıklanmasının AKP hükümeti üzerindeki etkisini tahmin etmek zor değil. PYD ve genel olarak PKK de, bu denklemde Türkiye’nin ağırlığının azalması için her olanağı değerlendirmeye çalışıyor.

Kabul etmek gerekiyor ki, bölgenin en hesapsız, çirkin, güvenilmez ve zalimlikte gözükara aktörü bizim ülkemizde. Bu anlamda Ankara’nın devre dışı kalması için yürütülen çabaların her açıdan faydası var. Ancak…

Bölge gericiliğinin IŞİD’den ibaret olduğu yalanına herhalde ortak olmayacağız. Herhalde, tam da duvara tosladığı sırada, ABD’ye oluşturmak istediği Sünni ekseni konusunda yeni bir meşruiyet kapısı açmayacağız. Dahası, Türkiye’de geçtiğimiz Haziran’da kendini gösteren özgürlükçü-aydınlanmacı birikimi dağıtmaya başlayan kafa karışıklığına karşı bir şeyler yapacağız.

Hâla konuyu “Kürtlerle Kemalistler birbirini anlasın, onlar arasında ittifak kurulsun” basitliğiyle ele alıp, solu da bu misyon için bir tür moderatör olarak görenler var. Bu hayal. Hele, şu andaki bölgesel gelişmeler hesaba katıldığında kesinlikle hayal. Kobane’ye tutunup ayağa kalkabileceğini düşünenler ise, artık kendine ait bir alanda, beğenilsin-beğenilmesin kendi çıkar ve perspektifiyle hareket eden bir siyasi aktöre tutunmaya kalkarak kendi sorumluluklarını tamamen terk etmekte olduklarını görmüyorlar. Tam olarak neye tutunduklarının bilincinde oldukları da sanılmamalı.

Sözün kısası, gericilik ve emperyalizm konusundaki titizliği bile “politika bilmemezlik” ve “devrimci görevlerden kaçış” olarak itham edecek kadar kendini kaybedenlerin sorumsuzluğunu telafi edecek hız ve etkiyle Türkiye’nin ilerici birikimi, bir kez daha farklı kutuplarda aynı tahribatı yapan ırkçı ve de işbirlikçi yönelimlerden kurtarılmalıdır.