Solun verdiği rahatsızlık

Kemal Okuyan'ın “Solun verdiği rahatsızlık” başlıklı yazısı 11 Nisan Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

İmralı süreci başladığında, “Hizbullah geliyor” demiştik. Fazla beklemedik. Dicle Üniversitesi’ndeki polis destekli “şov” bundan sonrasına ilişkin epeycene ipucu veriyor. Bundan sonrası lafına da bakmayın siz, 10 gün içinde bir süre “uyuyan” aktörün dengeleri değiştirmek için nasıl devreye sokulacağını açıkça göreceğiz.

Sürecin ayrılmaz parçası, Kürt coğrafyasının dinselleştirilmesidir.

İmralı tutanakları yayınlandığında “Kürt-İslam sentezi” teşhisi koymuştuk. Geniş bir kesimin Türkiye’nin bu senteze mahkum olamayacağını söyleyerek tepki göstermesinin ardından bazı Kürt siyasetçileri, “Öcalan aslında şunu ima etti” diyerek, söylenenlerin yalnızca ve yalnızca “halkın değerlerine saygı” olarak anlaşılması gerektiğini iddia ettiler. Bu da bir “düzeltme” yöntemi olarak görülebilir, hatta Öcalan’a nazik bir itiraz olarak kabul edilebilir.

Ancak, sürecin şu anda AKP’nin belirlediği genel doğrultusunu ısrarla görmezden gelen, Türkiye ve bölgede hayata geçirilmek istenen tasarımın ekonomik, ideolojik, siyasal ve kültürel içeriğine ilişkin muğlak değerlendirmeler yapan Kürt siyasetçilerinin soldan gelen eleştiri ya da kaygılara yanıt üretmek yerine herhangi bir belirsizlik taşımayan, son derece açık özelliklere sahip AKP projesine ilişkin tutum geliştirmesini beklemek gerekmez mi?

Ortada bir doku uyuşmazlığı olduğu açık. Kürt toplumu, AKP’nin tasarımına bütünüyle uyumlu değil. Kürt siyaseti de… Uyması için yürütülen çalışmaların dirençle karşılaştığı da ortada. Bu direnç ya kırılacak ya da kendine yeni bir sistematik oluşturacak.

Kartların yeniden karıldığı, son derece önemli gelişmelerin yaşandığı bir evrede eğer Kürt siyasetinde “AKP Türkiyesi”ne karşı bir tavır gelişecekse, bu tavrın “AKP projesi”ne ilişkin çok net hüküm veren, onunla bütün bağlarını koparan, bu projenin içine sığdırılacak her tür çözümü reddeden ama Kürt sorununa duyarlı olan sol güçlerle bugüne kadarkinden çok farklı bir etkileşime girmesi beklenir. Böyle bir etkileşim birlikte yaşamanın, kardeşliğin, birliğin yegane güvencesi olacağı gibi, bugünkü sürecin çıkmaza girmesi durumunda yeniden ve bu kez yüksek yoğunluklu bir savaş dönemine girilmesinin de önündeki tek engeldir.

AKP gericiliğini, piyasanın tahakkümünü ve ABD’nin bölgesel pozisyonlarını güçlendirecek hiçbir “çözüm”e onay vermeyecek ve bugünkü iktidara karşı mücadelesini duygusal nedenlerle zayıflatmayacak bir sol birikimin var olduğu artık görülmelidir. Bu sol birikim, milliyetçi tepkilerden farklı bir yerde durduğu oranda AKP’nin işini zorlaştırıyor. Çünkü bu birikimin Türkiye siyasetindeki etkisi, nicelikle ölçülemeyecek boyutlarda ve buradan gelen itirazlar sürecin meşruiyetini sarsıyor.

AKP’nin projesi kafasına yatmayan, emperyalist planların bölgeye yıkım getiriceğine inanan kimsenin bu birikimden rahatsız olmaya hakkı yok. Eğer samimiyse…

Yok, “çözüm AKP’nin Türkiye projesi ile ve ABD’nin bölgesel planlarıyla örtüşüyorsa, bu bizim sorunumuz değil, ne yapalım” deniyorsa…

Bizim sorunumuz.

Dahası… Böyle bir çözümün barışçı değil, savaşçı bir çözüm olacağını söylemek de bizim sorumluluğumuz.