Sol çıldırmış olmalı

Tarihsel ilerleme fikrine yabancılaşarak ilerici olunmaz. Olunmaz ama giderek tuhaflaşan Türkiye’de, “devrimciyim” diyenler arasında “ilerici” olmak istemeyenlerin sayısı da artıp durur.

Tamam, kendinizi “ilerici” diye tanımlamak istemeyebilirsiniz, kavramı soyut bulabilir, yeterli radikalliği içermediğini düşünebilirsiniz. Ama öyle adlandırılmaya dönük hangi haklı çekincelere sahip olursanız olun, her devrimci gibi, işin doğası gereği, ilerici olmak durumundasınız.

Devrimci, insanlığın ileriye doğru kesintili, sıçramalı, geriye düşüşlü zorlu yürüyüşünün önünü açandır.

Statükoya her saldırı, her müdahale bu nedenle peşin peşin devrimci sayılamaz. İnsanlığı ileriye doğru taşıma iradesine sahip olmayan bir düşünce, bir hareket hangi “yıkıcı” özelliklere sahip olursa olsun, devrimci değildir.

Marksizm ilerlemeden neyin anlaşılması gerektiğine dair oldukça sağlam ölçütlere sahiptir. Pozitivizme saplanıp kalmayacağız diye bu ölçütleri bir kenara koyamayız. Bugün dünyada eşitlik ve özgürlük mücadelesinin en büyük meşruiyet kaynaklarından biri “tarihsel ilerleme” fikridir. İnsanlığın geçmiş kazanımlarına sahip çıkmak, insanlığın nereden gelip nereye gittiğinin bilincine varmak, bugün başımızın belası olan kapitalizmin tarihsel arka planını kavramak ve onun nasıl aşılacağına ilişkin belli bir yol haritasına sahip olmak, hepsi bir arada “tarihsel ilerleme” fikrine içkindir.

Bu fikirden uzaklaşılırsa...

Sınıfsal kavramlar da reddedilir.

“Tarihin motoru sınıf mücadelesidir”. Boşuna söylenmemiş.

Şöyle de söylenebilir: İnsanlığın ileri doğru gidişi, sınıf mücadelesinin ürünüdür.

Tarihsel ilerleme ile sınıf mücadelesi birbirine yaslanan kategorilerdir.

Tarihsel ilerleme fikrini önemsemeyen, emperyalizm çağında “özgürlükçü”lük adına çürümekte olan sermaye sınıfına bel bağlayabilir, “demokrasi” adına geri ve gerici olanı bayrak edinebilir.

Türkiye solu çıldırmış olmalı!

Solcu düşünce ve eylemin altındaki zemini tamamen yok etmek isteyenlerin ilk yapacağı ve elbette yaptığı, tarihsel ilerleme ve sınıf mücadelesi kavramlarını etkisizleştirmektir. Kürt sorununda uzun süredir böyleydi, şimdi Dersim tartışmalarıyla Alevi sorunu Kürt sorununa bağlandı ve aynı şey oluyor: Türkiye solu kendini kaybediyor.

Artık Onur Öymen konuşmasaydı da bunlar olacaktı diye düşünüyorum. AKP’nin Alevi başlığında çok zorlanacağını, bu nedenle buraya büyük bir şiddetle yükleneceğini hep söylüyorduk. Hazırlanıyorlardı. Başkaları da onlara yardımcı olmak için hazırlanıyordu. Öymen, kendisine çok yakışan konuşmasıyla, taaruz borusunu erken çaldı o kadar.

Öymen konuştukça “faşizm” hissedersiniz, dokusu böyle olan bir siyasetçi ve bunu ilk kez yapmıyor. İnsanların ayağa kalkması, protestolar, bütün bunlar için “haksızlık” denemez. Öymen de partisi de hak ediyor!

Peki AKP bu kadar büyük bir yardımı neden hak ediyor?

CHP’yi sıkıştırmak iyi, Alevi yoksulunu CHP’den koparmak güzel.

AKP’ye bağlamak için mi? AKP’nin ekmeğine yağ sürmek için mi?

Öymen tartışmaları birbuçuk proje doğrultusunda Alevilerin arındırılma operasyonuna dönüşmüştür. Bir proje açık ki, hükümetinkidir ve Alevilerin Türkiye’nin gericileşmesine gölge etmesinin önüne geçme amacını taşımaktadır. Diğer proje ise yeni bir sosyal demokrat parti kurmak için Alevi dinamiğini kullanmaya birkaç yıl önce karar veren bir kişiye aittir. İsmi lazım değil, bugünkü konumunu yine “kullanarak” elde ettiğinden, bu işlerde maharetli olduğunu söyleyebiliriz. Bazı örgütlerin “CHP Sosyalist Enternasyonal’den atılsın” kararının arkasında da bu kişinin “CHP atılsın, bana yer açılsın” düşüncesi yatar.

Öymen’in köşeye sıkışması iyidir ama bu işlerin AKP’ye fazlasıyla yaraması, bir de üstüne emperyalist politikaların en önemli odaklarından “Sosyalist Enternasyonal”in bazı Aleviler için fethedilmesi gereken bir kurum olarak görülmesi çok fena bir gelişmedir.

Peki sol ne yapıyor?

Sol intihar ediyor.

Başa dönüyoruz, tarihsel ilerlemeyi ve sınıf mücadelesini Kürt ve Alevi başlıklarında bir kenara atan sol, sol olmaktan çıkıyor.

Sol bastığı toprakta, tarihte ve bugün, ilerletici olanı, devrimci olanı yakalamak durumundadır. Tarih bilinci ve sınıfsal bakış gerekir.

Sol Kürtler, Aleviler, Türkler adına konuşamaz. Sınıf bu kadar etkisizken asla konuşamaz. Sol ayrıştırmak zorundadır. Sol tasnif etmek zorundadır.

“Öteki”den bu kadar söz ederseniz, bu kadar fazla kimlikler üzerinden siyaset üretirsiniz, istediğiniz kadar arada “emek” meselelerini hatırlayın, bu memlekette, Kürtlük, Alevilik, Ermenilik konuşulur ve giderek artacak biçimde Türklük konuşulur.

Bunların konuşulduğu yerde sosyalizm yeşermez, dahasını söyleyeyim barış hiç yeşermez.

Ne barışı!

Sol etnik ve kültürel kimlikleri ayrıştırmadan yol alamaz. Bu nedenle sol Alevi emekçisine seslenmeli, Alevi yoksulu adına sözünü söylemeli. Budur Aleviliğin dışlanmışlığına, inkarına kafa tutacak şey. Alevinin efendisi, burjuvası, gericisi onu Sünni despotizminin bir parçası, bir eki ya da rakibi yapabilir ancak.

Tarihe de ayrıştırıcı bir biçimde yaklaşmalı.

Efsaneleri yıkıyormuş sol, resmi tarih tezlerini çürütüyormuş!

Geçiniz.

Ne denmeye başlandı? Efendim, Kurtuluş Savaşı’nda Türkler ve Kürtler birlikte mücadele ettiler.

Yanlış!

Hadi başka ulusları, milliyetleri bir kenara koyalım, Türkler ve Kürtlerin birlikte mücadele ettiği nereden çıkarılıyor?

Hangi Türkler? İstanbul hükümeti mi? Mücadelenin orta yerinde “kemalist baskı”lardan korunma adına Yunanlıları çiçeklerle karşılayan İç Ege, Doğu Marmara ahalisi mi? “Bunlar din düşmanı” diyerekten öbür “kefere”lerle, işgalcilerle işbirliği yapan yobaz tayfası mı?

Hangi Kürtler? İstanbul hükümetinin bağlamaya, kışkırtmaya çalıştığı hatırlı siyasetçiler mi? İngiliz parasıyla henüz 1920’de Ankara’ya karşı ayaklanmaya başlayan aşiretler mi?

Kurtuluş Savaşı, Türklerin ve Kürtlerin birlikte mücadelesi değildir. Kurtuluş Savaşı, işgale karşı çıkanların işgalcilere ve işgalcilerden yana olanlara karşı yürüttüğü mücadeledir. Her iki tarafta da Türkler ve Kürtler vardır.

Mücadele dönemine kendi zayıf da olsa, “Türk burjuvazisi” güçlü bir damga vurdu. Daha ilerisi Türkiye işçi sınıfı her açıdan daha da zayıftı, Kürt burjuvazisi ise “yok” sayılabilirdi.

Türk burjuvazisi kendi ulusu adına konuşma tekelini, iktidar tekelini kısa süre içinde elde etti. Zorla, şiddetle, tarihin çarkını nesnel olarak ileri ittirmekten aldığı güçle... Ve ondan itibaren sınıf egemenliğinin bütün yasaları çalıştı.

Kürtler ise dağınık kaldılar, Kürtleri çağdaş sınıflar değil, aşiretler temsil etti.

Egemenliğini pekiştiren burjuvazi, boyun eğen Kürt aşiretlerine alan açtı, boyun eğmeyenlerin üzerine gitti.

Boyun eğmeyenlere “öteki” kurgusuyla otomatikman sahip çıkmak olur mu?

Anadolu’daki kuruluşun ulusları birleştirmesi ancak sınıf temeli üzerinden, emekçi karakteriyle mümkün olabilirdi. Kapitalist yol bunu beceremez. O egemenleri arar, egemenlere bakar.

Türkiye Cumhuriyeti’ni geri Kürt aşiret yapısına daha fazla yer açmadığı için eleştirmek ayıptır. Türkiye Cumhuriyeti’nin sorunu halkları dışlamış olmasıdır!

Türkiye solu Kürt yoksuluna şeyhleri, şıhları kutsayarak sahip çıkamaz. Bu tarihe, ilerleme düşüncesine, devrimlere, sınıf mücadelelerinin yasalarına nasıl da küstah bir meydan okumadır.

Ve nasıl bir inkardır!

Son Kürt isyanı, bir başka deyişle son Kürt kalkışması, başından itibaren karmaşık bir yapıya sahipti. Bu karmaşıklığa karşın, solun bu dinamiği devrimci bulmasının nedenleri bu kadar değersiz miydi? Bu dinamiğin yoksul köylü tabanına bir emekçi kimliği vermesi, bir Kürt aydınlanmasını bayrak yapması, emperyalist kuşatma ve projelere bir noktaya kadar direnmesi, kadını özgürleştirme girişimleri, bütün bunlar soyut bir Kürtçülüğün önemsiz aksesuarları mıydı?

Anlaşılan öyle...

Türkiye solu Şeyh Sait’e de kafa sallamaya başladığına göre...

Dersim de “öteki”den hareketle okunamaz.

Dersim, Türkiye burjuvazisinin kıyıcılığının, halk düşmanlığının kanıtıdır.

Kendisini çağdaş sınıflara tahvil edemeyen Kürt unsurunu “eşit” görmeyen burjuvazi, buna razı olmayanları saf dışı ederken, geri aşiret yapılarına sığınmak dışında çare bulamayan halkı katletmekten çekinmemiştir.

Burada etnik temizlikten çok, halkı denetlemek, kontrol altına almak esastır.

Türkiye burjuvazisi, kontrolden çıkan Türklere karşı da ne kadar kıyıcı olabileceğini defalarca kanıtlamıştır.

Kontrolden çıkanlar azdır.

Kontrolden çıkanların çoğalması gerekir. Türk, Kürt, Alevi... Ne varsa...

Halk adına, emekçiler adına!

Oysa ne iddia ediliyor, neyin savunusu yapılıyor?

Kürtlük adına ağalar beyler, Türklük adına hacı hocalar bayrak yapılacak ve buradan barış çıkacak, eşitlik çıkacak!

Şimdi Alevilere de yer açılıyor. Alevilik birkaç hafta içinde Kürt aşiretlerine indirgendi.

AKP bunu istiyor, AKP geri olanın meşruiyeti arttıkça rahatlıyor. Osmanlı, aşiretler, hocalar, ulema...

Kürtlere ve Alevilere bu bağlamda yer açıyor.

Bu oyun bozulmalı. Sol çıldırma halinden çıkmalı.