Sistem sorunu solun sorunu!

Ülkenin sola fena halde gereksinimi var ama... Sol işi ağırdan alıyor, ağırdan alıyoruz ve sanırım tam olarak bilinemeyecek nedenlerle solun kendi kendine zarar vermesini engelleyemiyoruz.

Nasıl bir sol diye sormayacağım, sorulmasını da doğru bulmuyorum. Liberalleri saymıyoruz, milliyetçileri saymıyoruz, saymadıklarımızın adını çoğu kez zikretmiyoruz ama öyle ya da böyle bu ülkede bunun dışında bir “sol” var...

Toplumsal açıdan yok bile denebilir bugünkü haline bakarak ama küçümsenmeyecek bir siyasi ve ideolojik değer taşıyor. Ve her şeyden önemlisi, başta söylediğim gibi, dünyada pek az ülke sola bu şiddetle gereksiniyor.

Bundan korkar gibi miyiz?

Galiba...

AKP elinden geleni yapıyor “muhatabınız benim, bana karşı direnç oluşturmadan size bu ülkede ekmek yok” dercesine. “Sistem sorunu”nu yıllarca biz hatırlattık Türkiye soluna, bunu marifet diye yazmıyorum, bunu söylemek zaten marifet değildi, çok elementer bir gerçekti dillendirdiğimiz ve önemli olan bunun gereklerini yerine getirmekti.

Evet, önümüzde bir sistem sorunu var. “Bu sistem emekçiler açısından en basit iyileştirmeleri yapamayacağı” için değil! Yapar da... Ama bununla karşılaştırılamayacak biçimde kötülük ürettiği için, insanlığın yalnızca bugününü değil, geleceğini de kararttığı için mevcut kapitalist sistemi bir an önce yok etmek gerekiyor. Hep söylediğimiz gibi, daha aşağısı kurtarmıyor.

Ancak bugün “sistem”i hedef alan bir mücadeleyi “bu bir sistem sorunudur” diyerek, hele hele “AKP önemli değil” türünden bir aymazlıkla yürütmek nasıl bir mantıktır?

Dün sosyalizm mücadelesini ertelemenin gerekçesi “sistem sorununu görmemek”, Türkiye’nin emek-sermaye çelişkisi üzerinden devrimci bir atılım yapamayacağını ileri sürmekken, bugün aynı ertelemecilik, sosyalizm mücadelesinin tarihsel ve güncel görevleri üst üste yerleşmişken, bu görevleri “bu bir sistem sorunudur” diyerek küçümsemek biçiminde boy gösteriyor.

Siyasette sadeleşme, önceliklerin saptanması, bunlar son derece önemli. Sol, bilerek ve bilmeyerek devrimci mücadelenin sadeleşmiş formu ve stratejik önceliği haline gelen AKP’ye karşı mücadeleyi kendi adına paralize etti. “Kim ne yaparsa yapsın, biz işimize bakalım” doğru bir saptamaydı ama solda henüz “işe bakacak” bir enerji tam olarak yaratılamadı, bunun peşindeyiz ve kuşkusuz bu enerjinin kısa sürede ortaya çıkması için çabalanıyor.

Sol, AKP’ye karşı mücadeleden kaçmıyor. Her şey ortada... Emeğe saldırı söz konusu olduğunda aslan kesiliniyor ama yetmiyor. Çünkü AKP, sermaye sınıfı adına, gericilik adına, emperyalizm adına yalnızca işçi ücretlerine, sendika hakkına, sosyal güvenliğe saldırmıyor, AKP geride yalnızca işsizlik bırakmıyor. AKP’nin emeğe saldırısı çok daha kapsamlı.

Sol bu kapsamlı saldırının bir dizi başlığında kafasını kuma gömüyor. Liberallerin “milliyetçilikle suçlarız” şantajından çekiniliyordur muhakkak(*). Ama daha ötesi var, ideolojik, siyasal bir sıkıntı...

Aslında ideolojik ve siyasal sıkıntının da ötesine geçen, belli bilimsel disiplinlerin yardımına gereksindiğimiz bir örnekle devam edelim. Yazdıklarıyla AKP’li görüntüsü veren bir üyesi üzerine yeşil boya dökülerek protesto edilen partinin yaşanan sel baskınına ilişkin yaptığı açıklamayı gördünüz mü? “Felaketin sorumlusu küresel ısınma”ymış! Aynen böyle.

Bu açıklamayı yapan oluşumun bir önemi yok. Lakin bu zihniyetin çapı fazlasıyla geniş. AKP’ye söz söylememek için ve bu kez “derin devlet ve asker vesayeti” işe yaramayacağından, “enternasyonal” bir bağlam yaratılmış.

“Suçlu, silah gömmek için çukur kaza kaza memleketin ayarını bozan Ergenekonculardır” denseydi ya da "mazgallarda lav silahı saklı, ondan tıkalı" türünden bir gerekçe uydurulsaydı daha şık olur, AKP’ye de çıkış yolu gösterilirdi.

Beceriksiz ve insanlık düşmanı bir iktidarın yol açtığı felaketi “küresel sistem sorunu”na bağlayarak açıklamak için troçkist olmak yetmez, Trotskiy’e de, onun izleyicilerine de bu kadar büyük bir haksızlık yapamayız (**) .

Sorun şudur: İş inada binmiştir. AKP’yi yedirtmemek türünden bir solculuk icat olmuştur ve bunun tuhaf örnekleri ne yazık ki sol adına ortalığa saçılmaktadır.

Bu örneği unutalım, gülersiniz, ağlarsınız, sizin bileceğiniz iş.

Memleket ne halde ve sol ne yapıyor?

AKP, ki bugün hükümet değil yalnızca, aynı zamanda siyasi iktidarın merkezindeki partidir, her gün bu ülkeyi sınıyor. Toplumu, emekçileri, solu... Bir gün bir yetkili “burada çok fazla dişi var, genelev gibi” diyor, ertesi gün “sel konusunda hükümetin yapabileceği bir şey yok” diye buyuruyor bir başkası.

Emeğe düşmanlığı, gericiliği, şunu, bunu geçtim, “ne kadar tımar oldunuz” diye soruyor bunlar insanlara.

Bu meydan okuma karşısında solun “tamam ama AKP belki zorla, belki istemeyerek derin devletle hesaplaşıyor, Kürt sorununda açılım geliştiriyor, bunu da görmek lazım” tavrı mutlak fiyaskodur.

Ortada ne bir hesaplaşma ne de açılım var aslında. AKP kendi misyonunu, kendisine yüklenen misyonu yerine getiriyor. Sol ya “bu gidişat iyidir” diyecek ve AKP’nin arkasına açıkça geçecek ya da “önemli olan sistem sorunudur” doğrusundan kesin bir görev çıkaracak:
Emperyalizme, sermayeye, gericiliğe ve onun başat temsilcisi haline gelen AKP’ye karşı kararlı ve devrimci bir duruş.

Bunun ortası yok mu?

Ne yazık ki ve iyi ki yok!

(*) Bu şantaja karşı korunmak için TKP’yi milliyetçilikle, MHP ile aynı safta olmakla suçlamak çok ucuz ve etkisiz bir yöntem, bundan TKP hiç zarar görmez, olan politikasızlığı ve sağa sola yalpalamayı bu saçmalıklarla örtmek isteyenlere olur çünkü liberal-gerici ittifak tam da birilerinin istediği gibi “sonuna kadar” diyor ve solu sonuna kadar teslim almadan işin peşini bırakmayacak. Özeti, EMEP’li dostlar, köşe yazılarında TKP’yi MHP ile virgülle ayırmak ve aynı familyaya sokmaya kalkmakla zaman yitirmeyin, buna “aynı şekilde” yanıt vermeyeceğiz, solu belli ilkeler etrafında dostça bir mücadeleyi örmeye çağırdığımız bir sırada bu yakışıksız da olur ama şunu gerçekten unutmayın: TKP’ye küfretmek yetmeyecek, sizden istenen bütün değerlerinizi terk etmeniz ve buna izin vermeyeceğinize inandığımızdan “bu tarz polemiklerde yokuz” diyoruz.

(**) Uluslararası tekellerin doğaya, çevreye verdikleri zararı asla küçümsemiyorum. Greenpeace bile hükümete tek bir laf etmeden sel baskınına ilişkin bir açıklama yapmayı akıl edemezdi, bunu diyorum.