Sineye çekemeyiz

Kemal Okuyan'ın “Sineye çekemeyiz” başlıklı yazısı 22 Şubat 2013 Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Silahlar susacak, müzakereler başlayacak… Karşılığında Türkiye ABD’nin iteklemesiyle bölgede piyasanın, gericiliğin borusunu öttürecek, militarizm zirve yapacak.

Üç-beş tane kontrgerillacı işledikleri suçlardan değil, muhayyel bir örgütün liderliğinden içeri tıkılacak… Karşılığında önüne gelenin tutuklandığı, abuk subuk iddianamelerle insanların özgürlüklerinin çalındığı bir “yargı” düzeni yerleştirilecek.

Kenan Evren yargılanacak… Karşılığında 12 Eylül devamcısı olan iktidara “demokrat” payesi verilecek.

Anadilde savunma hakkı tanınacak… Karşılığında savunma hakkının en önemli unsuru avukatlara dönük operasyonlar yapılacak.

Anayasa’dan etnik referanslar çıkacak… Karşılığında “piyasa ekonomisi” anayasal güvenceye kavuşacak, dokunulmazlık ilan edecek.

Bu böyle gider… AKP etnik referansların yerine dinsel referansları Anayasa’ya geçirir, yerelleşme adı altında kamusal alanı iyice daraltır ve her şeyi sermayenin eline verir, yargı denetiminden bütünüyle kurtulur. Neymiş, sivil anayasa geliyormuş, Kürt sorunu çözülüyormuş!

Yukarıdaki paragraflarda yer alan ilk cümlelere kim itiraz edebilir ki? Pardon yanlış oldu, itiraz edenler var. Siyaseti geçtim, insan olanlardan söz ediyorum…

Ancak kimse kusura bakmasın, “ilkinin hatırına ikincisi sineye çekilmeli” diyecek değiliz.

Neden değiliz?

Çünkü burada söz konusu olan denklemlerde, toplumun kurtuluş stratejisinin bir bölümünden vazgeçilmesi söz konusu değil. Siyasette üç isteyip bir aldığın örnekler olabilir. Ancak bugün Türkiye’de, halkın ve ülkenin zararına bir işlem, onunla kıyaslanmayacak “sus payları” ile onaylatılmak isteniyor. Bu nasıl kabul edilir? Türkiye ilerletilmiyor, geriletiliyor, hatta yok ediliyor!

Uzun süredir, tartışmaların Kürt sorunu ile ilgili olmaktan çıktığını yazıyoruz. Çıktı çünkü, AKP, daha doğrusu onun arkasındaki zihniyet, Kürt sorunundaki tıkanmayı, kendi stratejisi için bir hamle olarak kullanarak açmayı deniyor. Erdoğan’ın açılım dediği bu. Gelişmeler, bunun zemininin olgunlaştığını, Kürt siyasetinin de bu içeriğe pek itiraz etmediğini gösteriyor.

Sürecin kaotik bir yan taşıdığı gerçeği bir yana, böyle bir Türkiye ve bunun anayasal ifadesini sol adına kabul etmeyeceğimiz açık.
Peki buna karşı nasıl mücadele edilecek?

Ulusalcı bazı aktörlerin faşistleri aratmayan ve AKP’yi “barış” değil de “savaş”a çağıran pespaye siyasetiyle mi? Türkiye, “savaş” naraları ile buraya geldi. Ve “etnik” temelli her sözle, daha beter noktalara sürüklenecek.

İşin özü nerede? ABD neden kendi projesini buralara dayatıyor? Neden dinselleştirme bu kadar önemli? Neden AKP hükümeti bu kadar kolay aştı önündeki engelleri?

Bu sorulara açık, cesur yanıtlar vermeli.

Uluslararası tekeller de, Türkiyeli büyük patronlar da öyle istiyor da ondan! Gevşetilmiş, şirketleştirilmiş, dinselleştirilmiş, kamusal alanı yok edilmiş, toplumu ses çıkarmayan, sağa sola sermayeyi taşıyan ve patron çıkarlarına bekçilik yapan bir ülkecik!
Halkımız, “ulusal” değil, “sınıfsal” bir saldırı ile karşı karşıya.

Bu saldırıya, içeriğine uygun bir yanıt, emekçi halkın yanıtını vermek gerekir Türk’ün ya da Kürt’ün değil!