Şimdi Ne Olacak?

Dün seçimlerin kazananı olmadığını söylemiştim. Partiler bağlamında... Ancak seçimin iki kazananından söz etmek durumundayız. Amerika Birleşik Devletleri ve büyük sermaye! Aşağı yukarı aynı nedenlerle...

AKP'nin herhangi bir hükümet partisi olmadığını hep söylüyoruz. Bu parti, bir yandan emperyalizmin ve sermayenin yaşamsal gördüğü açılımların arkasında büyük bir istekle dururken, bir yandan da bu hizmetin karşılığında belli özgün siyasal, ideolojik ve ekonomik hedefler doğrultusunda kendi hesabına iş görmeyi becerebilmektedir.

Zaten gerek ABD, gerekse AB Türkiye'deki dönüşümlerin ancak bu tür iç itkileri olan bir siyasi özne tarafından gerçekleştirilebileceğini biliyorlardı. Göze aldılar, nasıl olsa ipleri ellerinde tutuyorlardı, ihtiyaç durumunda AKP'yi terbiye etmek, dizginlemek, çok gerekiyorsa çelme takmak için ellerinde bir dizi araç vardı. Onları kısıtlayan, AKP'nin Türkiye'deki toplumsal desteği ve başka hiçbir partide olmayacak denli hevesli ve işbitirici bir hizmetkar olmasıydı.

Seçim sonuçları ABD'yi inanılmaz rahatlattı. Bazı köşe yazarları çok eğlenceli, artık AKP'nin daha "ılımlı", daha "dengeli" olacağını yazıyor. Ama sor bakalım, ABD ve AB daha "ılımlı", daha "dengeli" bir Türkiye mi istiyor? Veya, "ılımlı" ve "dengeli" ne demek!

ABD'nin acelesi var. Türkiye'den beklentileri... Avrupa Birliği, bütün iç sorunlarına karşın Türkiye'den vazgeçemiyor. Vazgeçememek Türkiye'ye müdahale demek. Eli zayıflayan AKP'yi daha kolay kullanırlar. Bunu da öyle güzel yaparlar ki, yedi yılda oylarını yüzde 23'e çıkarmayı büyük başarı olarak tanımlayan ana muhalefet partisi "iktidara talip olmanın sorumluluğu"yla, yani ABD ve AB'ye şirin gözükme derdiyle gıkını bile çıkarmaz.

Tam ABD'nin istediği oldu. AKP yapabilme gücünü kaybetmedi, ABD'ye daha mahkum hale geldi.

Büyük sermaye ise AKP'nin sermayenin iç dengelerini bozucu müdahalelerinin yarattığı baskıdan kısmen kurtulmayı ummaktadır. Bir açıdan seçimlerin kazananlarından biri Doğan grubudur. Bir yanlış anlamayı da göze alarak söyleyecek olursak, genel olarak TÜSİAD sermayesi AKP'nin 8-9 kilo vermesinden memnundur! Aslında AKP'den de pek memnunlardı. İstikrar vardı, emek düşmanlığında sınır tanımıyordu, yasama yasadıkça patronlar yaşıyordu... Ama her "muktedir" gibi AKP'nin de kendine uygun hesapları vardı, bu hesaplar Koç ve Sabancı'yı bayağı terletmişti.

Şimdi ayağını denk alacak bir AKP'yle karşılaşacaktık, daha saygılı, daha söz dinleyen bir AKP.

Kazanan bunlar!

Bu nedenle tehlike büyüdü.

ABD'nin AB'nin ve büyük sermayenin keyfini yerine getiren bir seçim sonucundan emekçi halkın ve solun payına "tehdit" çıkar. Siyahların yüz karası Obama gelecek hafta ne kadar rahat gelecek buralara. Elinde dosyalar, karşısında "van minüt" diyerek etek öpen bir hizmetkar...

Krizin gerçek etkilerinin ortaya çıkmaya başlaması ve bütün kaynakların patronlar için kullanılması... Sonuç, işsizliğin biraz kontrol altına alınması olabilir ama ücretlerin daha da gerilediği, çalışma koşullarında ortaçağ manzaralarının görüldüğü, her tür hak aramanın polis marifetiyle engellendiği, solun kıpırdadığında ezilmeye çalışıldığı bir ortam.

AKP cephenin öbür tarafına karşı daha dengeli, halka ve sola karşı daha saldırgan olmak durumundadır.

Ama seçim sonuçlarından büsbütün karanlık bir tablo çıkarmanın anlamı yok. Her şeyden önce, toplumda giderek "yenilmez" diye görülmeye başlanan AKP'nin geriletilebileceği ortaya çıkmıştır. Emekçi kesimlerin büsbütün tepkisiz kalmadığı, duyarlılıklarını tamamen yitirmediği anlaşılmıştır. AKP bu seçimde büyük kentlerin varoşlarında da oy kaybetmiştir. Hiç değilse bazı mahallelerde.

Ayrıca burjuva siyaseti karışacaktır. Seçimlerden önce yazdığiım yazıda, 29 Mart'tan sonra muhalefetin tartışılmaya başlanacağını söylemiştim. Hemen başladılar. AKP, bu gerilemeyi dengeleyecek siyasi manevraları yapacak güçtedir. Ama muhalefet AKP'nin gerilemesini karşılayacak bir ilerleme yapamamıştır! Buradan gerilim çıkar, buradan yeni arayışlar çıkar, buradan boşluklar çıkar.

Ve bütün bunlar yararlanmasını bilen sola alan açar.

Sol bunu yapmalıdır.

Burada değindiğim işbirlikçi ve piyasacı politikalara karşı, başka yazılarda değinmeye çalışacağım yeni Anayasa tartışmaları ve 29 Mart'ın Kürt sorununa etkisi gibi konularda açık, berrak bir yurtsever, devrimci konumlanış için artık daha uygun bir ortam vardır.

29 Mart'ı iyi okuyan ve kendi zaaflarını hızla kapatan bir sol anlamlı bir büyüme sürecine girebilir.

Dün yazdım, TKP kendi adına "değerlendirmesi"ni hızlı ve dürüst bir biçimde yapma kararlılığındadır. 29 Mart'ta oyların bir önceki seçime göre azalmadığının, üç-beş bin arttığının ortaya çıkması bu değerlendirmeyi zerre kadar değiştirmez. Etkisizlik, büyüyememe gibi sorunların yanında "toplamda değer taşımayan ama her biri çok değerli oyları"nı takip etme ve sahip çıkma konusunda da zayıflıklarımız olduğunu öğrenmiş olduk. 74 bin ile 85, belki de 90 bin arasındaki fark komünist partisine oy verme iradesi gösteren 10-15 bin emekçidir, aydındır. 70 milyonluk ülkede bu sayılar ne kadar traji-komik ama ne kadar önemli! Bu anlamsız rakamlardan kurtulmak için harekete geçmesi gereken, harekete geçmesi için ulaşılması, daha fazlası için cesaretlendirilmesi gereken binlerce yeni insan...

Bu kadar... "TKP oylarını korumuş" denmemesi için yazıyorum bunu. TKP korumak için değil, ileri atılmak ve değiştirmek için var. Bu açıdan "başarısızlık" saptamasından milim geri basmamak gerekir.