Şiddet...

20 Haziran 2013 Perşembe tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

“Herkes polis şiddetinden söz ediyor, kimse eylemcilerin yaptıklarını görmüyor”… Başbakan’dan başlayarak bütün iktidar mensuplarının dilinde bu. Medya da boş durmuyor sapan, taş, molotof edebiyatı yapıyor. En son Halil Berktay, “solcu” sıfatıyla ayrıntısıyla yazmış, “bizzat tanığım” diyerek göstericilerin “masum olmadığı”nı ilan etmiş.

“Masum” olma haline farklı anlamlar yüklenebileceğini biliyoruz. Ama unutulmamalı, masumiyet bir insan ya da topluluğu karakterize eden kalıcı özelliklerden değildir. Diktatör ise bunun peşinde, etliye sütlüye karışmayan, boyundan büyük işlere bulaşmayan, “ben bilmem paşam bilir” diyen bir insan türünü yaygınlaştırmaya çalışıyor. “Masum” onlar…

Geçiniz, buradan hareket edeceksek, halkımız masum filan olmamalıdır. Adil olmalıdır, özgür olmalıdır, dayanışmacı olmalıdır…

Dönelim “şiddet” konusuna…

Bütün devletler “silah tekeli”ni elinde tutar. Bu aynı zamanda “şiddet” tekelidir. Yasalara uymayanlara zor kullanma, onları cezalandırma hakkını da içeren bu “tekel”in sınırlarını yine yasaların belirlediği iddia edilir ama işin gerçeği, bu sınırları asıl belirleyen toplumsal dinamikler, siyasal güç dengeleridir.

Ancak bütün devletlerin egemen sınıfın baskı aygıtı olduğu da açık bir gerçektir. Devlet cephesinden bakıldığında, halkı baskı altında tutmak için “yasal çerçeve” çoğu kez yetersiz kalır. Örneğin devlet işçi sınıfının hak arama araçlarından biri olan “grev hakkı”nı yasalarla alabildiğine sınırlandırmasına karşın, her örnekte yasadışı yöntemlerle grev kırıcılığına devam etmekte ve sık sık silah-şiddet tekelini kullanmaktadır. Yargı mekanizmasının da bu silah ve şiddet tekelinin parçası olduğunu unutmamak gerekir.

Örnekleri çoğaltmaya hiç gerek yok.

Devletin silah ve şiddet tekelini kuralsızlığa taşıma eğilimi, siyasi krizin habercisidir. Siyasi kriz, her zaman bir meşruiyet krizidir.

Silah ve şiddet tekelini kuralsızca uygulayan bir iktidar meşruiyet sorunu yaşamaya başlar.

Evet Türkiye’de “kuralsız”lık devletin istediği gibi insan öldürmesi noktasında değildir ama “ben istediğimi yaparım, kimse gıkını çıkaramaz” noktasındadır.

Zaten 31 Mayıs’ta başlayan ve her tarafa yayılan isyanın temelinde bu vardır.

Dolayısıyla polis de, gösterici de şiddet uyguladı, saçma sapan bir tezdir.

İnsanlar kuraldışı şiddete isyan etmiştir.

İnsanların kendisine böcek muamelesi yapan bir iktidara isyan etmesi, sonuna kadar meşrudur.

Ve Türkiye’de bu isyan benzerlerinden “şiddet” ögesinden şaşırtıcı derecede arınık olması ile karakterize olmuştur. Öyle ki, savcılar insanların nefes alabilmek, kafataslarının polisçe patlatılmasını engellemek için edindikleri gaz maske ve baretleri “suç unsuru” saymaya kalkmıştır. Tam bir rezalet.

Halk hareketlerinin “şiddet”ten kaçınması her zaman mümkün olmayabilir. Tarih ve kendi tarihimiz, işgalcilere, zalimlere, kuralsız hareket edenlere karşı kendini savunan ve diktatörleri yenmek için silaha sarılan yurtseverlerin, devrimcilerin haklı ve meşru mücadeleleri ile doldudur.

Ancak 2013 Haziranı’nda Türkiye’de yaşanan bu değildir. Hareket gücünü kitleselliğinden, akıldan, barışçılığından aldı. Ve iyi ki böyle oldu.

İktidar, sonuna kadar haklı bir öfkeyi kriminalize edemedi.

“Göstericiler de şiddet kullanmış.”

Ayıp!

“Trafiğe engel olmuşlar.”

Yüz kez ayıp!