Sezen Aksu'ları yalnızlaştırmak

Siyaset bütün dünyada kitlelerden kaçırılıyor. Dün de böyleydi, bugün daha fazla böyle. Diyeceksiniz ki, kaçırılmasa ne olur, sandıktan yine genel bir kural olarak "sağ" çıkıyor. Tamam, sandıktan ne çıktığından bihaber değiliz ama kitlelerin siyasallaştığı ve siyaset yapmaya başladığı andan itibaren işin renginin değiştiğini de biliyoruz. Ya ortada sandık mandık kalmıyor ya da birileri "ey halk sana bundan böyle seçim yok" deyiveriyor.

Sağın sandık başarısının kaynağında seçim değil, siyasetin seçimlere daraltılması var, siyasetin kitlelerden kaçırılması var.

Dört yılda bir siyasi irade geliştiren biri ile, siyaseti hakkını aramak için işlevlendiren birinin sandık tavrı da farklılaşır. Bu nedenle bugün ağızlarından "demokrasi" sözcüğünü düşürmeyenler, geniş kitleler ile siyaset arasına "şişirilmiş liderleri" ve "kanaat önderleri"ni yerleştiriyorlar. Gerisi kolaylaşıyor.

Halkçılık payesi, mitinglerde kürsüden "soru-cevap" oynamakla elde ediliyor, Tayyip efendi yüzüne o çıldırtıcı tebessümü yerleştirip "vesayeeet rejiminden kurtulmak istiyooormusunuuuuuuz" diye soruyor, on binler "eveeeeeet" diye yanıtlıyor, aynı an başka bir yerde Kılıçdaroğlu ilgili ilgisiz sorulara "hayıııııır" yanıtı aldıkça rahatlıyor.

Bunlar yapılmaz değil, zaman olur biz de yaparız ama öte yandan halkımızın siyasetle ilişkisinin bu şekilde kurulmaması için gece-gündüz uğraşırız.

Sonra… Kanaat önderleri gelir. Doğrudan aydınlar diyemiyorum, bu kadar da ucuz değil. Gerçi aydınlığın yanından geçemeyecek örneklerde kanaat ne gezer, önderlik ne gezer! Ama olsun, şu anda toplumsal gerçekliğimiz bu, nüfusumuzun önemli bir bölümü Seda Sayan'ın siyasal tercihlerini önemsiyor, Sezen Aksu'nun "açılım"dan ve "Anayasal saçılım"dan memnun olmasını bir kenara not ediyorsa, biz "aydın" kavramına dokunmayalım, gazetecisinden magazin kuşuna, sporcusundan akademisyenine, edebiyatçısından sendikacısına, hırlısından hırsızına herkesin içinde yer aldığı "kanaat önderi" kavramını sineye çekelim.

Siyaseti bir yandan emekçi kitlelere taşımak, onları örgütlü siyasete çekmek için uğraşırken, öte yandan kanaat önderlerini sağa terk etmemek için çaba harcamak durumundayız. Nazlı Ilıcak'ı iki tane solcu eskisine ekleyip "aydınlar açılıma destek veriyor" dediklerinde, gerçek aydınların "hööst" demesi gerekiyor, başka çaresi yok. Nihat Doğan "evet" klibi yapıyorsa, birilerinin "hayır" şarkısı söylemesi zorunlu hale geliyor.

Ancak en önemlisi yalnızlaştırmak…

Kanaat önderleri çok geniş bir toplam, burada en kritik kesim şu ya da bu nedenle genel bir meşruiyete sahip, toplumda oldukça değişik ideolojik yönelimleri olanları aynı anda etkileyenler. Verdiğim örneklerden gidecek olursak, herkes biliyor ki daha fazla dinleyicisi olsa bile (böyle midir bilmiyorum, böyle olsa bile diyorum) Nihat Doğan değil Sezen Aksu'dur Erdoğan'a desteği asıl anlam taşıyan. Hemen her siyasi parti bu nedenle düşmemiş midir Yaşar Kemal'in peşine! Usta romancı da bir güzel düşüp bu tuzağa kendini ombudsman yerine koymamış mıdır yerli yersiz her konuda!

Türkiye hassas bir evreden geçiyor.

Bu hassas evrede, 8 yıldan sonra, olan biten her şeye rağmen AKP'nin değirmenine su taşıyan, bunun için "değişik kesimler"in kendisine sunduğu geniş meşruiyet alanını istismar eden kimse, hiçbir kanaat önderi masum değildir.

Bu yanlışın, bu aymazlığın bir bedeli olmalıdır.

Siyasi iktidar telefon kayıtlarıyla, vergi dosyalarıyla, televizyon ambargosuyla terbiye ediyor sanatçıyı, onu, bunu…

Bizim yapabileceğimiz ise sözünü ettiğim meşruiyet alanını daraltmak, yalnızlaştırmak, dostsuz bırakmaktır. AKP'nin sanatçısı, aydını, feylozofu, solcusu, topçusu birbiriyle yetinecek başka çare yok.

Bir noktadan sonra onlara mı acıyacağız, ülkemize, halkımıza, emekçimize mi üzüleceğiz?

Bu tavır aynı zamanda önemsediklerimizi, sevdiklerimizi hatadan uzak tutmaya da yarayacak, ileride utanacakları tercihlerden belki alıkoyacaktır.