Seçmişim bir kere!

Meclis’te temsil edilen dört parti Mısır’da ordunun Mursi’yi tahtından indiren son hamlesini protesto etmiş. En azından İnsan Hakları Komisyonu’nda böyle bir uzlaşma sağlanmış.

Meselenin özüne geleceğim ancak bazı şeyleri anlamakta gerçekten zorluk çekiyorum. Örneğin, bu “seçilmişler” fetişi nereden çıktı? Devrimci olmayı filan bıraktım, sıradan bir “demokrat” bakış açısıyla bile “seçimle gelenin ancak seçimle gideceği” önermesinin saçmalığı hemen fark edilir.

Birkaç gün önce bir kez daha yazmış, seçilmiş bir hükümetin yargı yoluyla, halk baskısıyla düşürülmesinin burjuva hukukunda dahi meşru olduğunu hatırlatmıştım.

Şimdi Mısır örneğini de içine katarak devam edelim…

Seçilmiş bir hükümete karşı geniş halk kesimleri durup dururken isyan etmez. Hele hele isyanın Mısır’daki, Türkiye’deki ölçeklere ulaşılabilmesi için iktidar sahiplerinin zorbalıkta fazla mesai yaparak toplumun önemli bölümünü çileden çıkarması gerekir.

İsyan sahiplerine “seçimlere kadar sabredin” demek, onlarla alay etmektir. Çünkü her isyan, zaten biraz da sabrın bittiği noktadır. Kaldı ki, insanların yaygın bir biçimde sokağa dökülüşüne çoğunlukla “siyaset kurumu”na ve “seçim sistemi”ne dönük derin bir güvensizlik de eşlik eder. Nitekim Türkiye’de de, Mısır’da da halkın hem sandığa, hem sandıktan çıkanlara pek itibar etmediği ortadadır. Demokratlıkta sınıfta kaldıkları için değil, çok çabuk öğrendikleri için!

Nitekim bizde başka her konuda ayrı telden çalan dört partinin “seçilmişleri fetişleştirmek” konusunda anlaşması, halkın sürekli kendisine yontan bir parlamenter sisteme güvenmemekte ne kadar haklı olduğunu ortaya çıkarmaktadır.

Zaten, doğrultusu olmayan, programı anlaşılmayan, ilkesizce “seçilmiş fetişmi”ne sarılan siyasetçiye ayağa kalkan bir halk asla güvenmez.

Dediğim gibi, devrimci bir perspektifle hareket etmeden de bu saçmalık çürütülebilir. Örneğin, anayasa ve yasaları sürekli ihlal eden bir hükümet karşısında halk ne yapmalıdır? Bizde yasaları sürekli değiştirse de, 11 yılda AKP yargı kararlarını sayısız kez hiçe saymıştır. Polis onda, asker onun emrinde… Halk ne yapacak?

Seçimi bekle! Sonra… YSK onda, para onda, medya onda, yargı onda… Seçimi istediği gibi manipüle etme yeteneği kazanan bir parti sandıktan çıktı diye onun kulu kölesi olmak zorunda mı insanlar?

Şimdi Türkiye’yi, Mısır’ı bir kenara koyalım. Herhangi bir ülkede Mursiye olabilir, Recebistan olabilir, bir şekilde seçimlerle işbaşı yapan bir iktidarın, halk düşmanı politikalarda ipin ucunu kaçırdığını düşünün. Her tarafa kendi adamlarını yerleştirdiğini, çalıp çırptığını, suçlu suçsuz istediğini kodese tıktığını, yasaları işine geldiği gibi değiştirdiğini, her itiraz edeni de “beni halk seçti” diye susturduğunu varsayın. Bir süre sessiz duran halk, belli bir noktada artık dayanamayıp boyun eğmemeye karar versin ve sokaklara çıksın. En umutsuz, en korkak olanlar bile ayağa kalksın. Halkın tepkisi bazı kurumları da etkilesin. Birkaç namuslu yargıç, halktan cesaret alıp hükümetten hesap sorsun. İş büyüsün.

Buna “yargı darbesi” mi diyeceksiniz!

Aynı şey silahlı kuvvetler için de geçerli… Pek olmaz ama diyelim ki bazı subaylar “yeter artık” diye halkın yanında saf tuttu ve “ben halka silah doğrultmam” diye resti çekti. “Yuuuuh, seçilmişlere tavır alıp demokrasiyi sabote ediyorlar, siz başbakana karşı sorumlusunuz” diye boğazlarına mı sarılacaksınız!

Devrimciliği geçtim, demokratlığa bile sığmıyor bu ölçüde “seçilmiş” saplantısı.

Geçin bunları, Mısır’da darbeymiş, demokrasiymiş, seçilmişlermiş, orduymuş boş verin… Kim kimin adına ve nasıl bir programla hareket ediyor, buna bakılsın!

Kim Amerikancı, kim yurtsever? Kim dinci, kim seküler? Kim kamucu, kim piyasacı? Kim halkçı, kim mutlakiyetçi?

Mısır’da dünkü Mursi yönetimi tarihe Mısır’ın ilk demokratik iktidarı olarak değil, halk ayaklanmasını istismar eden Amerikancı ve gerici bir diktatörlük olarak geçti. Bugün ise “Mısır’da ordu müdahale etti”den daha önemli olan, ABD’ci bir müdahalenin varlığıdır.

Bilinsin ki, kim seçilmiş, kim seçmiş tartışması, on milyonlar sokağa çıktığında tuhaf, hatta komik duruyor.

Hilesini hurdasını bir kenara koysak bile, halkın “seçmişim bir kere, …mışım bir kere…” diyerek kendi hatasını düzeltme hakkını kullanmasına da azıcık saygı gerekmez mi!