SEÇİM MEKTUPLARI ON: Bağımsız adaylar ve TKP

Türkiye Komünist Partisi, seçimlere giren bütün siyasal aktörler içinde "barajı geçemeyeceği"ni açıkça söyleyen tek oluşum. Ne diyelim, yüzde ona ulaşması hiçbir biçimde mümkün olmayan bazı partilerin yüksekten atması, onların burjuva karakterine karşın, bizim yüzümüzü kızartmakta.

Yüzde 10 barajının insanların oy kullanma tercihini ciddi ölçülerde etkilediğini herkes kabul ediyor. Başka parametrelerin aynı kaldığı ama barajın kalktığı bir durumda, AKP'nin de CHP'nin de oylarında ciddi bir düşüş olacağından da kuşku duyulmamalı. Ancak bu işten en fazla etkilenecek partinin CHP olacağı açık. Çünkü CHP seçmeni partisine kuşkuyla bakıyor, çünkü sağ seçmen inançlarına, tercihlerine daha "sadık". Sağ oyların AKP'de toplanması, barajdan öte başka nedenlere dayanıyor. Yoksa örnek olsun bir BBP'li, bir Saadet Partili seçmen baraj maraj dinlemez, gider oyunu tercih ettiği partiye verir. Nitekim öyle de oluyor, buna karşın AKP pek baraj edebiyatı yapmıyor, sağ seçmeni başka noktalardan yakalamaya çalışıyor.

Yüzde 10 barajından en fazla yararlanan ve bunu fazlasıyla kullanan parti CHP. En geniş anlamıyla "sol" seçmen bu tablo üzerine düşünmeli, kendini sorgulamalı. Düşünmeli ve kolay yoldan "sol" seçmenin davranışını "uyanıklık"la açıklamamalı.

Hiç kuşkusuz, baraj kalkar, sosyalist hareketin önüne başka engeller çıkartılır. Solun mevzi elde etmesini neden istesinler ki! Örnek olsun, bazı CHP'lilerin "CHP'den oy alacağı için hükümet TKP'nin çalışmalarına göz yumacak" iddiası, siyasal pragmatizmin her şeyin üstünde olduğu kanaatinden güç aldığı oranda "haklı" bir değerlendirme olarak görülebildiyse de, pratikte hiçbir biçimde doğrulanmadı. AKP hesapçıdır ama onun ötesinde emek düşmanı ve anti-komünisttir. TKP bu seçimlerde polis baskısı ve yandaş medyanın karalamaları ile diğer seçimlerden çok daha fazla uğraşmak zorunda kaldı. CHP'li dostlarımızın "neden acaba" diye sormalarında yarar var!

Ama her şeye rağmen, baraj önemli.

Bu anlamda baraj engelinin etrafından dolanmak, bu engeli boşa çıkarmak için devreye sokulan "bağımsız aday" politikasının peşinen eleştirilecek bir yanı yok. Belki de baraj engelinin kalkması için en etkili yöntemlerden biri bu.

Öncelikle "bağımsız aday" kavramını terk etmek gerekiyor herhalde. Zaten devletin "bağımsız aday" diye kodladığı kapsamda politika yürütenler de bu kavramdan uzak durmaya çalışıyor.

Başka adaylar söz konusu olsa bile, 12 Haziran seçimlerinde bu bağlamda iki partinin etrafında örülmüş işbirlikleri ön plana çıkıyor: BDP ve İP.

İşçi Partisi'nin Ergenekon'un tutuklu sanıklarından parti başkanı Doğu Perinçek'i aday göstermesi, hatta bütün seçim politikasını buna göre belirlemesi anlaşılır bir tutum. Siyasi çizgisi ve siyaset tarzı bize son derece uzak olan Perinçek'in, hiçbir meşruiyeti olmayan bir dava sürecinde özgürlüklerinin kısıtlanması kabul edilemez. Ancak bu haksızlık, İP eksenli güçbirliğinde somutlanan hattı haklı kılmıyor hiçbir biçimde. Kullanılan dil, adayların profili eser miktarda bile olsa bir "sol" içerik taşımıyor. Bir de bunun üstüne bilinen bazı yöntemlerle "oy toplama" denemeleri, "asker partisi" görüntüsü veren propaganda çalışmalarını iyice itice hale getiriyor (*)

BDP etrafında örülen seçim işbirliği ise hem oy potansiyeli, hem Türkiye siyaseti açısından kapladığı yer, hem de bileşimleri itibariyle çok daha kapsamlı bir değerlendirmeyi hak ediyor hiç kuşkusuz.

Bütün bir seçim dönemi boyunca, bazı sorulara yanıt verme ya da kaçınılmaz tutum deklarasyonları dışında TKP, "blok"la bir tartışma ya da polemikten uzak durmaya çalıştı.

TKP elbette insanlara TKP'ye oy vermeleri çağrısında bulunuyor "şuraya da verseniz olur" türü bir yaklaşımımız yok, olamaz da. Türkiye'nin her yerinde TKP'nin oylarının gözle görünür biçimde artması için çaba harcıyor, bunun ne anlama geleceğini anlatmaya çalışıyoruz.

Öte yandan, BDP'yle ilgili değerlendirmeleri "siyasi rekabet"le sınırlayacak kadar akılsız değiliz. Yalnızca BDP'nin belli bir coğrafyada AKP'yi zayıflattığı gerçeğinden hareket etmiyoruz. AKP'nin tahribatı hangi noktalara gelirse gelsin, Türkiye'ye "AKP ve diğerleri" basitliği ile bakmak komünistlerin tarzı olamaz.

BDP son derece karmaşık dinamikleri bünyesinde barındırıyor ve bu dinamiklerin bir bölümü seçim sonrasının zorlu anlarında Türkiye'de devrimci mücadele açısından büyük değer taşıyor.

Bu partinin bir bölümü solda başka güçlerle "blok" oluşturmasından söz etmiyorum tek başına. BDP seçimlere tek başına girseydi de benzer bir değerlendirme yapardık.

Hangi rezerve sahip olursanız olsun, BDP'nin toplumsal ağırlığı ülke için son derece kritik. Bu ağırlığın önümüzdeki dönem nereye yöneleceği de...

Doğrultuyu biraz da Türkiye'deki genel güç dengeleri belirleyecek. Dolayısıyla şu anda kesin kanaatlerle hareket etmenin bir karşılığı yok.

Ama yine de, bazı şeyleri seçim sonrasına bırakarak, "blok"la ilgili yaklaşımımızın ana hatlarını paylaşmakta yarar var.

Türkiye Komünist Partisi, "Kürt sorunu" merkezli bir siyasetin Kürt sorunu dahil olmak üzere ülkede geliştirmeye çalışılan direnci artırmayacağını, bir devrimci seçeneğin bu merkeze yaslanarak oluşturulamayacağını uzun süredir söylüyor.

Seçimler öncesindeki cepheleşme çağrısı bu yaklaşımı da içeren, Türkiye'de solun, sosyalist hareketin bağımsız bir güç olmasını odağa yerleştiren bir politikaydı. Bu açıdan TKP neden "blok" içinde yer almadı ya da "blok"u desteklemiyor sorusunun aşılmış olması gerekir. Üstelik BDP'nin kendi dışındaki "sol oylar"a pek gereksinimi olmadığı orta yerde dururken…

Burada değerlendirilmesi gereken, bugün BDP eksenli işbirliğinin, oy kaygısının ötesinde bir anlam taşıyıp taşımadığıdır.

Kimilerine göre batıda birkaç sosyalistin seçilebilecek yerlerden aday gösterilmeleri yeterli görülmeli. Böyle düşünenler olabilir, bu adayları Meclis'te görmenin bile kendi başına önemli olduğu söylenebilir.

Bu kadar basit mi?

Bize göre Türkiye solundan hiç aday gösterilmeyip, tutarlı ve sol yönelimli ortak bir program çıkarılsa, bütün adaylar ve çalışmalar bu programa bağlansa, bu çok ama çok daha önemli bir gelişme olurdu. Ayrıntıya girmek istemiyorum, herkes çok ön plana çıktığı için Altan Tan'dan söz ediyor. Ortaklaşılmış bir program olmadığı sürece adaylara bakmak kaçınılmaz oluyor kimileri ama işte Kürkçü var, Sırrı Süreyya var derken, başkaları da Tan'ı, Ankara ya da başka yerlerdeki emeğe alabildiğine uzak adayları işaret ediyor. Bunları birbirine bağlayan bir siyasal doğrultu varsa ortada gerçek bir sorun var demektir. Yok eğer işbirliği farklı renklerin meclise girmesinden öte bir anlam taşımıyorsa...

Türkiye bu noktada mı? Solun seçim politikası Meclis aritmetiğine ilişkin hesaplara daraltılabilir mi?

Türkiye'de bir "operasyon" yürüyor. Dünyada bir "operasyon" yürüyor.

Sol bu "operasyon" karşısındaki konumlanışıyla değer kazanacak, başka şeylerle değil.

Açık söylemek gerekirse, BDP'nin yönelimlerini Meclis'e girecek birkaç milletvekilinin etkileyeceğini düşünmüyorum. Ufuk Uras deneyinden söz etmeyeceğim, kimseyi Uras'la karşılaştırmayı, Uras'ın pratiğini eleştirmekten kaçınsa bile yeni adaylar, uygun bulmam.

Madem soldan, sosyalizmden söz ediyoruz, turnusol kağıdı olarak "operasyon" karşısındaki tutumu kullanmakta yarar var.

Yugoslavya savaşından 1990'ların başındaki karşı-devrimlere, Avrupa Birliği'nden özelleştirmelere, Ortadoğu'daki gelişmelerden Ergenekonlu-dinsel referanslı AKP iktidarına kadar Türkiye "solu"nun sicili solla bağlantısız sürü sepet yanlışla dolu.

Üstelik kimse "yanlış" yaptık da demiyor, bu yaşamsal konular, hiç önemsizmiş gibi geçiştiriliyor ve bugünkü AKP karşıtlığına sığınılıyor.

Oysa bugün herkes biliyor ki, bazılarını AKP'cilikten kurtaran ve Türkiye solunda AKP karşıtlığını ortak müşterek haline getiren, Kürt hareketinin AKP'den uzaklaşmasıdır.

Bu mesafenin kalıcılaşmasının garantisi bulunmuyor. Kürt sorunu merkezli bir konum belirleyişle zaten böyle bir garanti olanaksız. Bunu derken AKP'nin Kürt sorununun çözümüne katkı koyabileceğini söylemiyorum. "Çözüm" sözcüğü zaten büyük ölçüde bir şey açıklamaktan çıktı. Ancak Kürt sorunu merkezli yaklaşımın yıllardır sürmekte olan "operasyon"un özünü kaçırmak gibi yabana atılmayacak bir sıkıntı ürettiğini en azından sosyalistlerin görmesi gerekiyor.

Bu sıkıntıyı yaşayanlar ile liberal kimliklerini ve "operasyon"a dönük desteklerini Kürt sorununu bahane ederek önemsizleştirmeye çalışanlar elbette ayrı tutulmalı ama bu iki kesimin birçok örnekte yan yana durmaktan, birbirlerini kollamaktan vazgeçmediği, hatta bundan bayağı hoşnut olduğu da unutulmamalı.

Uras bu "operasyon"da rol talep eden biriyidi, Uras'tan farklı olmak için "operasyon"a ilişkin açık ve net tavır almak, "operasyon"u AKP'nin bir takım uygulamalarına daraltmadan, geniş bir coğrafyada sistematik, belli planlara dayanan bir saldırı olarak görmek gerekiyor.

Türkiye'de sosyalizmin bir geleceği olacaksa, bu, "operasyon"a tutarlı bir programatik hat üzerinden direnç geliştirilmesiyle mümkün olacak. İşin gerçeği, bu direnci küçük hesaplar üzerinden statükoculukla, ulusalcılıkla itham etmeye kalkanlar kendilerine de zarar veriyorlar.

İlginçtir, Kürt hareketinden birçok isim, AKP konusunda daha önce yanlış yaptıklarını, şu ya da bu biçimde dile getirdi.

Peki Türkiye solunda bunu yapana hiç rastladınız mı?

Sanki Türkiye'de AKP karşıtlığı devrimcilik adına mahkum edilmeye kalkışılmamış gibi, sanki Ergenekon sürecine soldan destek verilmemiş gibi…

TKP şimdiye kadar "operasyon"un şiddeti ölçüsünde bir karşı ağırlık oluşturmaya, "operasyon"dan kopuşu mümkün olduğunca yaygınlaştırmaya çaba gösterdi. Burada zaman zaman sert bir dil kullanmak karşı karşıya olduğumuz "operasyon"un boyutlarıyla ilgili. Bu sertlik nedeniyle TKP'ye sitem yöneltenler, Türkiye'nin AKP'li yıllarındaki "sol literatürü" samimi bir biçimde incelemeli ve kimin neye duyarlı olduğunu gözden geçirmeli.(**)

Bu "operasyon" yarım yamalak karşı çıkılacak ya da yalnızca Kürt sorunundaki gelgitlere bağlanacak bir olgu değil. "Operasyon" çağımızın merkez sorunu. Bütün dünyada ama özellikle bizim bölgemizde olanca ağırlığıyla emeğe, halklara, insanlığa saldıran, buradan kapitalizmin krizine deva olacak özgün bir faşizm çıkarmaya yeminli emperyalist merkezlerin "operasyonu"ndan söz ediyoruz.

TKP, bu "operasyon"la zorlu tarihsel hesaplaşma yakınlaşırken, "operasyon"u kabullenmeyenleri, ona boyun eğmeyenleri güçlendirmekle meşgul.

Türkiye'deki bütün siyasi aktörler yakın gelecekte bu "operasyon" karşısındaki tutumlarına göre konumlanacak. Kürt sorunu da, bu "operasyon"un prizmasından geçecek, kendisine ait "bağımsız" parametrelere sahip olmayacak.

Örneğin, Kürt sorunu merkezli bakarsanız, eski CHP ile yeni CHP arasındaki fark, Kürt inkarcılığından yavaş yavaş vazgeçilmesidir. Kürt sorunu merkezli bakışın sorunu tam da budur. Kürt inkarcılığı elbette mahkum edilmesi gereken, ırkçı, faşizan bir tutum. Bununla birlikte söz konusu partinin eskisi ile yenisi arasındaki temel fark, Kürt sorununda kullanılan dilin değişmesi değil, CHP'nin "operasyon"la uyum sorunlarını çözmesidir. Eğer CHP'nin Kürt sorununa sözümona daha duyarlı hale gelmesi, "operasyon"da daha fazla rol üstlenmek istemesinin bir ürürünüyse, bunu hayırlı bir gelişme olarak kabul etmemiz nasıl beklenir? TKP eski CHP'yle de her zaman mesafeliydi, mesafe bir yana, kesintisiz bir karşıtlık üretiyordu. Ama ne diyorduk: "Operasyon"a sermaye cephesinden karşı koyamazsınız! Yeni CHP bir kaçınılmazlıktır ve Marksizmin bir kez daha doğrulanmasıdır.

Bugün BDP'nin diğer aktörleri Kürt sorununu her şeyin üzerinde görüp görmediklerine göre tasnif etmeleri kendi tercihleri. Ancak "operasyon"un gerçek anlamını hissetmeye başladılarsa, emperyalizmin bölgesel planlarına dönük itirazları geçici ve taktiksel değilse, bu yaklaşımın kendilerine hiçbir fayda sağlamayacağını da fark etmiş olmalılar.

Kişiliksizleştirilmiş bir solun Kürt halkına hiçbir yararı olmaz.

TKP'ye küfredip AKP'ye çiçek atan aydınları pohpohlamak, onları yüceltmek de sadece ve sadece "operasyon"a hizmet eder.

Çünkü "operasyon" kendi istediği gibi bir sol tasarlamak zorunda.

Biz bu "sol"u güçsüzleştirmek isteriz, yüreği devrimcilikte atan tek bir unsurun bu tür bir "sol"culukla ilişkilenmemesini arzularız.

Çünkü "operasyon"un tasarladığı sol, solun düşmanı olacaktır.

TKP solu bu "operasyon"dan kurtarmak, onun girdabından uzaklaştırmak için kendi üzerine düşeni yapmaya çalışıyor.

TKP'ye verilecek oyların bir de böyle bir anlamı var.

(*) Aydınlık'ın birden fazla kez, "14 parti yöneticisinden destek" diye verdiği haberde yer alan TKP'li yöneticiyi, TKP'den kimse tanımıyor. Çünkü TKP'de böyle biri yok! Ne zaman vazgeçilecek bu tarzdan bilmiyorum! Başka örneklere gerek duymuyorum ama seçim öncesinde kısa da olsa İP'ten söz etme ihtiyacı yaratan da tamamen bu tarz.

(**) Sırrı Süreyya Önder geçenlerde Birgün'de bazı TKP'lilerin kendisine ilişkin çok sert, hakarete varan bir üslup kullandığını söylemiş. Haklıdır, zaman zaman bizim de kendi yazılarımızı, yayınlarımızı bu açıdan değerlendirdiğimiz, "keşke" diyerek hayıflandığımız örneklere rastladığımız, hatta bunu açıkça ifade ettiğimiz oluyor. Öte yandan, geçmişte Önder'in AKP iktidarı ve cemaatler karşısındaki tutumuna ilişkin eleştirilerin büsbütün temelsiz olduğu nasıl söylenebilir? İfade aşırılıkları belki ön plana çıkıyor ama siyasetin sert ikliminde bunları ayıklayarak meselenin özüne ulaşmayı becermek de gerekli. Bununla ilgili birbuçuk yıl kadar önce yazdıklarım belki aydınlatıcı olur:
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kemal-okuyan/saflasma-ve-tartisma-ve-de-sol-26053