Savaş kabinesi

26 Haziran 2013 Çarşamba tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Ankara’da artık bir savaş kabinesi var. İktidar, uzun süredir sürekli bypass ettiği “olağan işleyiş” kanallarını tamamen tıkadı, devlet ile partiyi birbirinden ayıran burjuva nezaketini bir kenara koydu, elindeki tüm kuvvetleri aynı emir komuta merkezine bağladı…

Saldırıyor. “Erdoğan’ı yedirtmeyiz”, bizzat Erdoğan’ın AKP’yi var eden koalisyona “benle birlikte siz de bitersiniz” tehdidini savurmasının ürünüydü.
Anladılar, halkın nelere muktedir olduğunu görüp kenetlendiler. Savaş hali sürdükçe, bugün iktidardaki ittifak da sürer.

İyisi mi, kimse bununla ilgilenmesin. Erdoğan’la birlikte hepsi birden kaybediyor. Hepsi tarihe, savaş suçlusu olarak geçiyor.

Savaş kabinesi sürekli suç işliyor. Polis şiddeti suç. İftira atmak suç. Hakaret etmek suç. Yalan söylemek suç.

İşte bütün bu suçlar yargıdan çok, adaletin konusudur. Boyun eğmeyen halk, adaleti de yerden alıp ayağa kaldıracak, savaş suçlularının yakasına yapışacaktır muhakkak.

Tam da bu noktada, kulaktan kulağa fısıldanan bir “yumuşak strateji”ye karşı herkes birbirini uyarmalıdır.

Yumuşak strateji, sokaklar durulduktan sonra AKP’den hatırı sayılır sayıda milletvekilinin kopması, kopanlarla CHP’nin iletişime geçmesi ve Türkiye’de merkez siyasette bir yeniden yapılanma sürecinin başlamasıyla özetlenebilir.

Oysa bu bir strateji değildir. Nasıl Abdullah Gül’e yatırım yaparak strateji oluşturulamayacağı on gün içinde kanıtlandıysa, AKP’deki hoşnutsuzların kıpırdanmasını bekleyerek de stratejik davranış geliştirilemez.

Bu türden yaklaşımlar, halkı figüran olarak görmek, büyük siyaset diye bir alan tarif ederek, kerameti kendinden menkul bazı kişilere önem atfetmektir. Daha da kötüsü oturup beklemektir.

Oysa doğru strateji, savaş suçlularının bölünmesini beklemek değil, savaş kabinesinin karşısına dikilmektir. Sürekli olarak AKP koalisyonundan çıkacak “vicdan”a odaklanmak, falanca gazetede yayınlanan bir yazıdaki örtülü mesajı “yaşasın çözülüyorlar” diye yansıtmak, bir milletvekilinin “biz de bazen hata yapıyoruz” demesinden sevindirik olmak, hem iktidarın toplumsal tabanını rahatlatmak hem de halkı “siz işinizi yaptınız, şimdi sıra siyasetçide” masalıyla uyutmak anlamına gelir.

Özetle, “ılımlı AKP” arayışına hiç ama hiç itibar etmemeli, derhal yeni bir iktidar seçeneği için kollar sıvanmalıdır. Bu seçenek, siyasetçinin değil siyaset yapan halkın eseri olacaktır. 20 günde Türkiye’nin toplumsal dokusunu değiştiren halk, siyaset alanını da baştan aşağıya değiştirebilir değiştirmelidir de…

***

AKP cephesinde moda haline gelen “sabrımız taşıyor” saçmalığına Mehmet Metiner de katıldı. Tehdit ediyor aklınca… Anlamadığı şu: Ortada bir savaş var ama bu iktidarın halka karşı sürdürdüğü bir savaş! Halkın savaştığı filan yok halk sesini yükseltti, “boyun eğmeyeceğim” dedi 
sadece.

Budur. Ve sabrı zorlanan halktır!