Reyhanlı, tribünler, eğlenenler ve sol

Kemal Okuyan'ın “Reyhanlı, tribünler, eğlenenler ve sol” başlıklı yazısı 14 Mayıs 2013 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Türkiye’nin kaotik bir sürece gireceği belliydi. Bölgedeki gelişmeler, AKP’nin “durmak yok, yola devam” felsefesini taşıyacak kadar güçlü olmaması ve en önemlisi iktidar üzerindeki zaman baskısı… Kaos geliyorum diyordu.

İstikrara koşullanmış, istikrar manyağı yapılmış, istikrar adına değerlerinden vazgeçmeye hazır bir toplumda, istikrar sağlayıcı olarak bilinen aktör istikrar bozucu unsur haline geldiğinde yıllar boyunca gıkı çıkmamış kesimlerin tepki vermeye başladığı görülür. Suriye politikası, AKP’nin “istikrarı bozucu” bir aktör olarak algılanmasına neden olmuştur.

İşin gerçeği, istikrar fetişizmi, bir toplumu tutsak etmenin en etkili yollarından biridir. “Daha da kötüsü gelir”, hoşnutsuzların elini kolunu bağlayabilir, borçlandırılmış bir halk “kriz olursa bitersiniz” şantajına kolayca boyun eğebilir. AKP’yi istemeyen milyonlarca kişinin hareketsizliğinin, AKP’ye oy veren milyonlarca kişinin gerçekleri görmezden gelişinin nedeni de büyük ölçüde budur. Ve kimse kendini aldatmamalı, istikrar arayışının yalnızca “orta sınıf”lara özgü olduğunu ileri sürmemeli. Türkiye’de istikrar fetişizmi asıl emekçi kitleleri tutsak almış, onları “orta sınıf” psikolojisine bağlamıştır.

Şimdi istikrarsızlaştırıcı bir aktör olarak AKP’ye dönük tepkiler artacak. Belli şey.

Ancak bu tepkilerin siyasallaşması için tepkilerin kendini belli edeceği bazı alanlara solun yalnızca siyasal doğrultuyla değil akıl, vicdan ve ahlakla müdahalede bulunması gerekiyor.

Nasıl mı?

Daha önce Arena’nın açılışında Galatasaray taraftarının yaptığını, geçtiğimiz hafta sonu Beşiktaş ve Fenerbahçe taraftarı da yaptı. Hükümet protesto edildi. Güzel.

Peki, buradan popüler kültür alanının kritik kulvarlarından birisinde tarihsel bir “ayağa kalkış”a tanık olduğumuz sonucu mu çıkar?

Çıkmaz.

Önceki gün bir taraftar bıçaklanarak öldürüldü, oyun oynamak için sahaya çıkan iki sporcu birbirlerini resmen öldürmek istedi, Türkiye’nin üçüncü büyük kentinin köklü bir takımı küme düşünce, taraftar stadı yağmaladı… Kapitalizm futbolu bu hale getirdi filan diyecek değilim. Çok somut bir şeyden söz ediyorum. Futbol bu toplumu bozuyor, kirletiyor. Taraftarlık kültürü bu toplumu sakatlıyor. Eğer futboldan vazgeçmeyeceksek ve bu alanı terk etmeyeceksek, solun bu kirlenmenin dışına çıkıp elindeki tüm olanaklarla “futbol ideolojisi” üzerinde ahlaki bir baskı kurması gerekiyor. Zor mu, zor! Ama eğer “hükümet istifa” seslerinden bir sonuç çıkaracak, bunu anlamlı bulacaksak, tek yol bu! Öbür türlü sol kendini aldatır, üstelik kendini bu çürümenin ortasında bulur.

Zaten şu anda toplumsal düzlemde zorlu ahlaki-ideolojik kapışmadan kaçacak, bu mücadeleyi erteleyecek bir durum kalmadı.

Reyhanlı’da yüz civarı insan vahşi bir bombalama sonucunda öldüğünde vakur duramayanlarla mücadele edeceğiz. Yobazlar masa masa dolaşıp “cehennemde cayır cayır yanacaksınız” demeyi biliyor, meczuplaşmayı göze alarak. Biz meczuplaşmayız… Ama bir yolunu bulup geçtiğimiz cumartesi akşamını “eller havaya” kültürüyle geçirenleri baskı altına almalıyız. O gün hem İstanbul’u hem İzmir’i gördüm, insanlığımdan utandım. İçsinler ama edepleriyle içsinler!

İnsana saygı duymuyorlarsa, “hükümete dönük kendi öz tepki”lerine saygı duysunlar, “her gün mangalda kül bırakmadan suçladığım hükümetin politikaları yüzünden ortalık kan gölüne döndü, azıcık ağır abiyi oynayayım” desinler. Milli bayramlarda ellerine bayrak alıp sallamayı marifet sanmasınlar.

Evet, ahlaki-ideolojik bir mücadele bu. İnsanın ayağa kalkması için.

Sürekli söylenecek, her fırsatta ahkam kesecek, sonra parmağını oynatmayacak! Çevremiz bunlarla dolu. Bunları baskı altına almanın yolları var. Örgütsüzlüğü savunanlara, bencillere, lümpenlere, öfkesini birbirinden ya da güçsüzden çıkarmaya kalkan boş tenekelere her gün, her saat söyleyecek sözümüz olmalı.

Biz meczup olmayız, kimse merak etmesin.