Pazar pazar yazdıklarımıza bakın!

Kemal Okuyan'ın “Pazar pazar yazdıklarımıza bakın!” başlıklı yazısı 27 Ocak 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Yazacağım konu belliydi… İnsanı yazacaktım, neden insandan umut kesilmeyeceğini, Türkiye’de en olmadık anlarda karşımıza çıkan insanı, onu besleyen değerleri… Bu düzenin beslediği kötücül “insanı”… Bizi karamsarlıkla iyimserlik arasında salındıran insanları… Ve siyasal açıdan insanın şu anda en fazla neye gereksindiğini…

Başladım da… Sonra tekrar göz atma gereksinimi duydum dünyada ve ülkede olup bitenlere… Biliyorum bıktınız, bazen ben de bıkıyorum ama mecburum bir kez daha yazmalıyım Tayyip Erdoğan’ı…

Yazmazsam kanıksamış olurum. Yazmazsak, tartışmazsak, kızmazsak kanıksamış oluruz.

Kanıksayamayız, önemli yerde duruyor.

Hem nasıl kanıksayacağız!

“Gönderecek komutan bulamıyoruz” demiş. “Gemilerimiz, fırkateynlerimiz var, amiral yok” demiş. Nereye gönderecek? Terörle mücadeleye…

İnanılmaz bir örnekle karşı karşıyayız. Şimdi herkes şöyle düşünüyor: İnsanları içeri tıkan siyasi iradenin başında sanki kendi durmuyor, sanki bütün bu şaibeli operasyonlar onun bilgisi olmadan yapıldı!

Oysa bunun önemi yok. Erdoğan zaten “ben buyum, kavramlar, olaylar etrafında istediğim gibi dans eder, istediğim manevrayı yaparım, çünkü ben muktedirim” diyor. Dün acımasız savcıyı oynar, bugün vicdan sahibi avukatı. Hakim odur nasılsa her zaman!

“Terörle mücadeleye gönderecek komutan bulamıyorum” lafını asıl önemli kılansa başka. Kürt siyasetçilere demektedir ki, “bu süreci iyi değerlendirmezseniz, ben Ergenekon filan dinlemem, askerin gönlünü alırım, tepenize binerim”. Tutuklusu, tutuksuzu bütün askerlere ve askercilere de “benimle uğraşmayın, size ihtiyacım olduğunda, itibarınıza da özgürlüğünüze de kavuşursunuz.”

Gerçekten inanılmaz. Etkili oluyor mu bilmiyorum ama sanırım oluyor, on yıllık “başarı” öyküsü zaten buna işaret ediyor. Asker yakınları “Başbakan doğru söyledi, keşke herkes böyle düşünse” demeye başlamış örneğin!

Bir de buradan barış, çözüm çıkabilir deniyor ya! Vay halimize…

Vay ki ne vay!

Şuna da vay: Demiş ki, “Bakın parlamentoda bir milletvekili sanıyorum kariyeri de var. Ulus ile millet kavramını birbirine karıştırıyor. Birisi için millet birisi için ulus diyor. İçeriğinden haberi yok.” Cahil akademisyen demeye getiriyor.

Birgül Ayman Güler o talihsiz konuşmasında “milliyet” diyor, beriki milliyeti yalnızca gazete ismi sandığından Birgül Hanım’ı bilgisizlikle suçluyor. Millet ve ulus, biri Öztürkçeymiş de diğeri Arapçaymış da, milletvekilimiz bunun farkında bile değilmiş de…

Şimdi Birgül Ayman Güler ikinci bir yanlış yapıp “millet” ve “milliyet” kavramları arasındaki farka değinirse, seyredin neler olacağını… Bilimsellik adına elitizm batağına düşmekten, soğuk savaş kavramlarına teslim olmaya varıncaya kadar bir araba dolusu suçlama…

Geldik sona… Bildiğim, Nihat Behram isyan etmişti bir ara Yunus’un “Yaratılanı, Yaradan’dan dolayı severim” sözünün sürekli kullanılmasına. Başbakan, ırkçılığın panzeherinin bu “felsefe” olduğunu sürekli vurguluyor. Bir inanç sistemiyle edebiyat birleştiğinde, özel bir sorun yok, kültürümüzün bir parçası bu. Ancak siyasette, hele hele “milliyetçilik” her yönden hissedilirken, insanı aşağılayarak değil, yücelterek çıkılabilir işin içinden. Böyle seveceksen, hiç sevme diyeceğim, anlamı yok sevmiyor zaten!