Nefret

Tayyip, sandıktan çıkmaya devam ediyor hâlâ. Bir nefret objesi olarak… Karanlığın, cehaletin, adaletsizliğin, zorbalığın simgesi olarak… Putlaştırılan bir siyasi figür olarak…

Aşağı yukarı yüzde 50, yüzde 50. Yüzde 50’lerin içi alabildiğine heterojen, alabildiğine karışık. Ancak açık bir gerçek var, seçmenin demeyelim de, toplumun yarısının öfkesi tarif edilemeyecek boyutlarda.

Sermaye düzeni için büyük risk bu. Yalnızca toplumun (biraz tuhaf bir noktadan olsa da) kutuplaşmasına neden olduğu için değil. Tamam, kutuplaşma ile istikrarsızlık arasında çift taraflı bir ilişki var ve kapitalistlerin bundan hiç hoşnut olmadığı açık.

Yine de Erdoğan merkezli kutuplaşmanın sermaye düzenine büyük bir yardımda bulunduğu unutulmamalı. Uzun adam, gerçek bir paratoner. Memleketin bütün nefretini üzerine çekerek belki ciddi risk yaratıyor sistem için ama aynı zamanda rahatlatıyor sermaye sınıfını.

Tayyip’in Çankaya’ya yerleşmesi ile birlikte, bu riskleri azaltmayı deneyecekler.

Diktatör bazılarının düşündüğü ve korktuğu gibi, yeni makamını, sınırsız özgürlük ilanı için bir fırsat olarak görür ve yeni hamlelere soyunursa, Türkiye tarihi bir hesaplaşma içine girer ve son tahlilde diktatör kaybeder, halk kazanır. Korkulacak olan bu değil.

Asıl korkulması gereken, bugüne kadarki rezaletin topluma yedirilmesi, “oldu da bitti maşallah” denmesi. Dünden beri, farklı kanatlardan akıl hocaları normalleşme, makulleşme, uzlaşma sözcüklerini sıralıyor. Ateşkes, hatta sulh çağrısı.

Normalde diktatörün aman dilemesi gerekirdi, tersi söz konusu. “Tadında bırak, yapacağını yaptın” diyorlar anlayacağınız. Bu kabullenişin önündeki engelin de yine Erdoğan olması ne garip değil mi!

O devam etmeden, daha fazlasını zorlamadan yapamaz.

Peki sistem yapabilir mi? Bu düzenin makulu oynaması mümkün mü?

Değil. Ancak bu saatten sonra, sistemin gereksindiği gericilik, piyasacılık ve emperyalizmle uyum ille Erdoğan’ın tarzını gereksinmiyor. Açık ki, Birinci Cumhuriyet’i yıkarken kaçınılmaz biçimde davet edilen cüret ve densizlik, yenisinin, yani İkincisi’nin yerleşmesinin önündeki engellerden biri olarak algılanıyor.

Toplumsal yaşam boşluk tanımaz. Türkiye Birinci Cumhuriyet’e geri dönemez, İkincisi ise ortalamacılıkla yerleşemez. Şu olur, ülke arafta sürekli kriz ve gerilim içinde kalır. Bunun anlamı sistemin film kopuncaya kadar kör topal devam etmesidir.

Filmi koparmak için Erdoğan’ın çabalarıyla yetinemeyiz! Bir aşamaya kadar, solun Erdoğan’ın yarattığı öfkeye odaklanması, buradan devrimci enerji çıkarmaya yoğunlaşması doğru bir stratejiydi. Bu başlıkta önümüzdeki dönemde diktatörün ortalarına “gelişine vurmak”, siyasi olduğu kadar ahlaki de bir görev. Ancak artık gerici sermaye adına büyük özverilerde bulunan bu siyasi figüre dönük nefreti düzen cephesinde başka noktalara yaymak gerekiyor.

Unutmayalım, bu nefret toplumu ayağa kaldırdı ama aynı zamanda çaresizleştiriyor da…