Ne ileri gidebilir ne geri...

Kemal Okuyan'ın “Ne ileri gidebilir ne geri...” başlıklı yazısı 8 Haziran 2013 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Başbakan geldi… Gelmeden önce konuştu, geldi yine konuştu. Bakanlarını, bütün gün oraya bir kitle toplamak için didinip duran tur organizatörlerini, amigolarını yanına aldı konuştu. Altı gazetenin manşetini birden belirledi, “masum taleplere canım feda” dedi…

Bir gazetenin sayfaları yetmez söylediklerini düzeltmeye… Masum talepler neymiş, hangisini kabul etmiş açıklamıyor örneğin… Göstericilerden daha çok polislerin yaralandığını ileri sürdü, önüne konan rakamları okuyarak. İçişleri Bakanı hastanelerde estirilen polis terörü nedeniyle hekimlerin kayıt kuyut yapmadan yaralı tedavi ettiğini, binlerce yurttaşa çeşitli kurumlarda oluşturulan revirlerde yardımcı olunduğunu, bu revirlerden bazılarına polisin vahşice müdahale ettiğini rapor etmedi doğal ki…

Biz söyleyelim… Sadece Ankara Mülkiyeliler Birliği ve Nâzım Hikmet Kültür Merkezleri’nde hekimlerin gönüllü olarak hizmet verdiği geçici revirlere yapılan saldırılarda yaralananların sayısı bile toplam yaralı polis sayısından daha fazla. Yaralı yaralıdır, hepsi için üzgünüz ama insanların vicdanlarına yalanla saldırmasınlar, ayıp!

Dedim ya, Erdoğan’a yanıt yetiştirmek bizi çoktan aştı. Bir yandan da gereksizleşti.

Şimdi “bundan sonrası”na odaklanmak gerek.

Tayyip Erdoğan için “geri adım atarsa biter” demiştik. Çok açık görülüyor, ABD ve Cemaat aklı kesildiği andan itibaren, Erdoğan yalnızca bir “karizma”dır. Geri adım atamaz, atmayı beceremez. Ancak saldırmasının da sınırı var. “Bu ülke, bu halk kendisine giydirilmek istenen deli gömleğini giymez” de diyorduk aylardır. Halkın hareketlenmesi, bunun kanıtıdır ve zorbalıkla bu halka boyun eğdirmeye kalkmanın büyük maliyeti olur.

Dolayısıyla Erdoğan ne ileri, ne geri gidebilecek durumda.

Peki ne yapacak?

İki yol var...

Sönümlenmesini bekleyebilir. Aslında beklemez yalanla, tehditle, provokasyonla, şantajla, rüşvetle hareketin sönümlenmesine “yardımcı” olmaya çalışır.

Bir diğer yol ise baskın seçim kararıdır. Taksim başlığını dondurur ve seçimden sonraya randevu verir. Daha düşük bir oy oranıyla tek başına hükümet olmak için her yolu dener. Taviz yok, saldırı yok!

Her iki yolda da Erdoğan’ın elini güçlendiren Meclis’teki diğer üç partinin tutumudur. Halkın bu çapta hareketlendiği bir anda siyaseten bir şey söylemeyen üç partiden söz ediyoruz. Seçim isteyen yok, hükümetin istifasını isteyen yok, bir şey öneren yok. Ha, CHP lideri Gezi Parkı için referandum önermiş, uzun süre inanamadım. Eylemci gençler neden CHP’ye ilgisiz diye soruyormuş bir de!

Bahçeli, en sonunda “eylemlerin arkasında PKK var” diye buyurdu. Mükemmel! Herhalde birkaç yerde göstericilerle empati kuran parti yöneticilerini en çok bu şekilde korkutacağını düşündü.

BDP ve genel olarak Kürt siyaseti ise her gün bir başka doğrultu gösteriyor.

Özetle TBMM’de bu “hareket” sadece birkaç milletvekili ile temas ediyor. Gerisi çok farklı nedenlerle “bir an önce bitsin” istiyor.

Erdoğan’ı rahatlatan bu.

“Hükümet istifa etsin” diyen yüzbinlerin Meclis’te muhatabı yok.

Ancak…

Bu rahatlama geçici olabilir, siyasette kalıcı boşluk yoktur, “örgütsüzlük” ve “siyasetsizlik” çağrısı bir yere kadar tutar…

Kısa süre sonra Erdoğan “keşke Meclis’te etkili bir muhalefet olsaydı” demek zorunda kalabilir.