Memleketle İlişki

Bugün soL'un manşetinde yer alan "Ege sorunu" dahil olmak üzere, Türkiye'nin komşularıyla olan ilişkileri toplumun neredeyse hiç ilgisini çekmiyor. "Zaten toplumun ilgisini ne çekiyor ki"nin ötesinde bir olgudan söz ediyorum. Türkiye'de insanlar Yunanistan'la, Bulgaristan'la, İran'la ilgilenmiyorlar. Irak savaş sonrasında gündeme geldi ama işgal ve direniş denklemi Arap uygarlığının bu önemli parçasının ancak bir boyutunun kavranmasına izin veriyor.

Nedenlerine ilişkin uzun bir değerlendirme yapmayacağım ancak Türkiye'nin Balkanlar ve Ortadoğu'dan psikolojik olarak kopmasının arka planında bu bölgelerin Osmanlı'dan fiilen kopmasının yönetici sınıflarda yarattığı travma ve ürkekliğin de yattığını söylemeden geçemeyeceğim.

Bir sonuç olarak bölgedeki bütün ülkelerde, aydınlar dahil olmak üzere, toplumun tüm kesimlerinin Türkiye'ye ilişkin ilgi ve bilgisi, Türkiye'de bu ülkelerin elde ettiği yerin kat kat fazlasına ulaşıyor.

"Ne de olsa Türkiye büyük ülke" diyerek işin içinden çıkılabilir mi?

Çıkılmaz...

Çıkılmaz çünkü Türkiye'nin büyüklüğünden herkes başka bir sonuç çıkarmakta.

Türkiye'nin nesi büyük?

Bu soruya dışarıdan bakanların yoğunlaşacağı üç yanıt var. Türkiye'nin nüfusu büyük. Türkiye'nin ordusu büyük. Türkiye'nin sorunları büyük...

Gurur duymak için yeterli değil elbette!

Şu açıdan da bakabiliriz: Yakın çevresini algılayamayan bir ülke, kendisini algılamayı beceremeyeceği gibi, dışarıdan bakıldığında anlaşılamaz da...

Türkiye'deki durum budur.

Bu durumun ortadan kalkması için Türkiye toplumunu ürkek, umutsuz ve kişiliksiz olmaya iten sermaye egemenliğinin bertaraf edilmesi gerekiyorsa, sol bunu gerçekleştirmek için girdiği mücadelede kendi ülkesiyle ilişkisini yeniden ve sağlıklı bir biçimde kurmak zorundadır.

İşte Ege'deki sorun. Bu sorun toplumu ilgilendirmiyor, devlet bu tür başlıkları "milli çıkar" adı altında dokunulmaz hale getirmeyi becermiş. Sol ise genel olarak "militarist TC" diyerek alan boşaltmanın "mücadele" olduğunu sanıyor.

Oysa, Yunanistan ile Türkiye arasındaki fark birinde militarizmin egemen olması değildir. Açık konuşmak gerekirse, Yunanistan devleti en az muhatabı kadar militaristtir.

İki ülke arasındaki en önemli fark, Yunanistan'da işçi sınıfı hemen bütün başlıklarda sözünü söyleyen, hiçbir tabu tanımayan ama kendi toprağına bağlı, açık bir yurtsever konumlanışla siyasi kimlik edinmiş durumda olmasıdır.

Türkiye'de ise "ülke çıkarları", en küçük bir yurt bağı kalmamış, güvenliğini NATO ve ABD'ye, ekonomisini IMF'ye, geleceğini AB'ye teslim etmiş olan bir yönetici sınıfa terk edilmiş.

Bu yönetici sınıf, ister kemalizm adına konuşsun, ister çağdaşlık, ister laiklik, en küçük bir ulusal onura sahip değildir. Bu, güçlünün peşinden giden, korkak sınıf, solu "ulusal"cı bir söylemle sıkıştırmaya çalışırken, solda çıkış yolunu kozmopolitizmde görenlerin sayısı azalmakla beraber, bitmiyor. Daha önemlisi onların düşünce kalıplarının etkisi, solun ideolojisine fiziki güçlerinin ötesinde yansıyor.

Artık bu etki kırılmalıdır. Bu etkiyi kırmadan Türkiye'nin egemenlerinin oyunu bozulamaz.

Örnek olsun Türkiye'nin Ege'de Yunanistan'ın egemenlik haklarını ihlal ettiğini söylediğimizde "vatan haini" olmuyoruz, Türkiye'nin çıkarlarını savunuyoruz. Türkiye Yunanistan'ın egemenlik haklarını kendisi için değil, ABD için çiğniyor.

Yunanistan'daki gerici çevrelerin 12 mili bir dayatma ve Türkiye üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanmasına karşı ses yükselttiğimizde "milliyetçi" olmuyoruz.

Her iki ülkeyi emperyalizmden kopuşa götürecek emekçi iktidarların Ege sorununu kolayca çözeceğini ileri sürüyoruz.

Bu sorunları çözmeye aday solun Türkiye'nin hastalıklı, çirkin ve hep haksız olduğu düşüncesiyle hesaplaşmaktan başka çaresi yoktur. Sıkıntılar ülkemizden değil, emperyalistlerden ve onların himayesinde varlığını sürdüren sermaye egemenliğinden kaynaklanıyor.