Masumane talepler...

“Belli kesimler, özellikle bu olayları barış sürecine karşı bir duruş olarak sergilediler. Biz bunu yanlış bulduğumuzu kamuoyu ile paylaştık. Bazı kesimler sandıkta yenişemedikleri iktidar partisini acaba farklı alanlarda nasıl devirebiliriz, ne yapabiliriz anlayışı içinde oldular. Askerlere davetiye çıkardılar. Biz Ak Parti ile çatışırız, kavga ederiz ama bunun yolu yöntemi, sandıkta hesap görülür. Gezi olayında çok masumane talepleri olan kesimi bunun dışında tutuyorum.”

Bu sözler Sırrı Sakık’a ait. Bir başka Sırrı, Süreyya Önder ise Gezi Parkı’nda “barıştan da yana bir ses yükseldiği”ni daha önceki gün, Taksim’de ısrarla vurguluyordu.

Aynı partiden iki farklı ses… Bunu artık normal karşılıyoruz.

Çok kitlesel bir halk hareketlenmesinde, oldukça farklı düşüncelerin ortaya çıkmasına neden şaşırılıyor peki?

Ben Gezi sürecinde askere davetiye çıkarıldığına hiç tanık olmadım. Mümkündür, bir yerlerde birileri böyle demiş de olabilir. Tamamen farklı saiklerle gösterilere katılanlar da var. Kürt siyasetine yakın duranlar, eleştirenler, kızanlar… Burada hareketin kendini ifade edişine, ortalamasına, yaygın karakterine odaklanmak gerekir.

Bu hareketi karakterize eden şey “barış sürecine karşı olmak” filan değildi. Bakın barış da demiyorum, barış süreci diyorum. Böyle düşünenler çoğunlukta olabilir ama bu asla ve asla öne çıkmadı.

Hareketin merkezinde AKP karşıtlığı vardı.

Zaten Sırrı Sakık, bundan rahatsızlık duyduğunu açıkça söylüyor. Ve daha da ötesini…

AKP’yi sandıkta yenemeyenlerin, onu başka alanlarda alt etme gayreti içine girdiğinden söz ediyor. Demek ki, Erdoğan’ın “siyaset eşittir seçimler” formülünü benimseyen başkaları da varmış… Demek ki, bir topluluk, bir parti ya da bir halk, seçimle işbaşına gelen bir hükümete karşı gösteri düzenlediğinde, yürüyüşe geçtiğinde, oturma eylemi yaptığında “haksız” duruma düşüyormuş. Demek ki, bir ülkede siyasi talepler ileri sürmeyenlere “masum” deniyor, “masumane” talepler ileri sürmek bir erdem haline geliyormuş.

Ancak… Kürt sorununda kurallar her zamanki gibi farklılaşıyor, Sakık, siyaset ve demokrasi kriterlerinde radikal bir değişikliğe gidiyor: “Sadece sandıktan biz yüzde elli oy aldık, yani çoğunluğun diktası olmaz. Azınlıkların da hukukunu korumak parlamentonun yani siyasal iktidarın bu ülkede yaşayan herkesin temel görevidir.”

Hükümeti düşürmeye çalışmanın bir suç olamayacağını yıllardır yazıyoruz. Bir hükümetin sonlanmasının yalnızca seçimle gerçekleşebileceğine ilişkin bir hükmün, tarih bilimine de, burjuva hukuğuna da sığmadığını ısrarla söylüyoruz. Bu işin hukuk yolu var, bir haksızlığa tepki gösteren toplumun ağırlığı var, hükümet üyelerinin ahlaki yükümlülükleri var. Var da var…

“Tayyip istifa” sloganı da böyle değerlendirilmelidir ve tamamen meşru bir taleptir.

Seçimle zerre alakalı olmayan yöntemlerle kendini kabul ettirmiş bir siyasi hareketin temsilcilerinden bir milletvekilinin, Kürt sorunu dışında siyaseti seçime indirgemesi bayağı ilginç.

İş geldi, Kürt sorunu dışında siyasi taleple gösteri yapmayı dahi “darbecilik” imasıyla eleştirmeye dayandı demek ki…