Kürtleri Piyasaya Bağlamak

Kürt sorununda kilitlenme sürüyor. İlk bakışta, kilitlenmeye , inkarcılığın Türkiye Cumhuriyeti'nin hem resmi , hem de fiili politikasındaki ağırlığını korumasının yol açtığı düşünülebilir. Yalan değil, "Kürt" olgusu onca bedelden sonra bir meşruiyet kazandı belki ama bu olguyla sistemin ilişkilenmesi "inkar ve imha"dan arınmıyor bir türlü.

Arınamaz mı? Yoksa "inkar ve imha" bir süredir amaç değil de, kilitlenmeyi istendiği gibi çözmek için kullanılan bir araç mı?

Kürt düşmanlığı yerleşik bir kalıp, ondan da yerleşik olan halk düşmanlığı...

Bu nedenle "ilk bakışta" demek gerekiyor.

Çünkü kilitlenmenin asıl nedeni "Kürt kimliği"nin nereye bağlanacağı konusunda yaşanan belirsizlik ve bu belirsizlik yalnızca sistemin efendilerinden kaynaklanmamakta.

Hep hatırlatılır, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda kısa bir dönem de olsa, bir Türk-Kürt ittifakının gündeme geldiği. Lakin, bu ittifakı kalıcı hale getirecek olan "halk" unsuru iki tarafta da etkisizleştirildi. Meydan egemen sınıflara kaldı ve ittifakın bir tarafında genç burjuvazi, öte tarafında aşiret liderlikleri olunca daha "geri" sınıfsal aktörlerle temsil edilen ulusun dışlanma süreci hızlandı. Kürt sorunu bir de bu açıdan sınıfsal zemine oturdu, inkarın temelinde bu eşitsizlik vardı, milliyetçilik bu eşitsizliğin tiksinti verici sosu haline geldi.

Bugün gelinen noktada, "Kürt olgusu" nereye bağlanacak sorusuna yanıt aranıyor. Emperyalist ülkeleri de içine alacak biçimde söylüyorum, sistemin buna yanıtı, "piyasaya"dır. Eşitsizlik yine sürmektedir ama bundan 85 yıl öncesine göre bir fark vardır: Kuzey Irak'takileri de katıyorum, aşiret sisteminden burjuva yaratan mekanizmalar fena çalışmamıştır, aradaki boşluğu "uluslararası piyasa aktörleri" kolayca kapatacaktır.

Bu haliyle "Kürt olgusu"nu bu sistem içine alır ve hiç de "inkar"a gereksinimi yoktur. Yeni Osmanlıcılık burada da işe yarayacak, halklarımız, toplumsal yapı cemaatlaştırılacaktır. Milliyetçilikten kurtulmak mı? Piyasa ekonomik, siyasi (ve de askeri), ideolojik nedenlerle "milliyetçilik" olmadan yapamaz. "Resmi" tez inkardan arındırılır da, düşmanlıklar toplumsal düzlemde pompalanmaya devam edilir.

Peki o halde sorun nedir?

Sorun, Kürt siyasal aktörlerinin ve onların toplumsal izdüşümlerinin karmaşık yapısından kaynaklanmaktadır. Piyasa, "Kürt olgusu"nu ancak onu taşıyan dinamikler yeniden yapılandırıldığında bağrına basacaktır. Her kapsama girişiminde böyle değil midir? Dolayısıyla ABD'den Avrupa Birliği'ne, Avrupa Birliği'nden sermaye sınıfımız ve AKP'ye, tüm piyasa güçleri, "Kürt olgusu"nu kendilerince yeniden düzenleme gereksinimi içindedirler. Çok yol almışlardır ama kilitlenme sürmektedir.

Çünkü, "Kürt olgusu"nu bugüne kadar taşıyan aktörler, yeniden düzenlemenin mümkün olduğunca "minimal" kalması için uğraş vermektedir. Hoş, DTP içinde bir kesim yeniden düzenlemeye "içeriden" sundukları katkıyı giderek artırmaktadır ama sonuç almak kolay değildir.

Peki bütün bunlar Türkiye'de eşitlik ve özgürlük mücadelesi için nasıl bir anlam taşımaktadır?

Kimileri, temel sorunun hâlâ "Kürt gerçeğinin tanınıp tanınmaması" olduğunu ileri sürüyor. Temel sorun bu değildir, temel sorun Kürt gerçeğinin sisteme nasıl bağlanacağıdır. "Bugünkü haliyle" diyenler, bir direnç oluşturuyor ve piyasanın plan ve projelerinde gecikmeye neden oluyorlar.

Ancak kritik olan, direncin "piyasaya bağlanma"ya ilişkin değil de, "bağlananın yapısı"na ilişkin olmasıdır. İtiraz "içeri"ye değil, "dışarıda kalma"yadır.

Buradan devrimci bir perspektif çıkmaz.

Buradan "Kürt kimliği" üzerine kavgayı sürdürmek çıkar, buradan uluslararası pazarlıklar çıkar, buradan her defasında "piyasa"yı daha da güçlendiren bombalar, çatışmalar çıkar.

Örnek olsun Zübeyir Aydar "Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı yakında güvenlik gerekçeleriyle daha fazla gündeme gelecek ve Kürt sorunu bambaşka bir içerikte uluslararası platforma taşınacak" dediğinde sadece ve sadece piyasacı güçlerin elini güçlendirmiş oluyordu.

Bu türden açıklamalarla birlikte ele alındığında "ABD karşıtlığı" ya da "Türkiyeli çözüm" iddialarının en küçük bir inandırıcılığı bulunmuyor.

"Nasıl bir Türkiye sorusu", "nasıl eklemleneceğiz" sorusunun yerine geçmedikçe Kürt sorunu bugün yaşanmaya devam eden kilitlenmeden "halklar" adına bir umut çıkmaz.

Açıkçası, belki başka sözcüklerle ve farklı bir bağlama yerleştirerek ifade ederdim ama ben de Ergin Yıldızoğlu gibi düşünüyorum:

"Ve bir ironi: İmparatorluğa karşı, bu vatandaşlık kurumunun korunabilmesi, demokrasinin yeniden bir sınıflararası ilişkiye dönüştürülebilmesi için, 'etnik soruna' kaynak oluşturan nüfusun liderlerinin 'radikal', hatta 'skandal' (sembolik-egemen ideolojik-evrende yeri olmayan) bir jest yapmaları gerekiyor. 'Karşı tarafın', sağ ve soldaki liderlerinin tüm inanılırlıklarını yitirdiği bir konjonktürde, tek şans bu 'radikal jestte' yatıyor: Emperyalizme karşı birlik, direniş çağrısı yapmak, bu çağrıyı da tüm ülkede bölüşüm ilişkilerini iyileştirmeye yönelik, tüm vatandaşları kapsayan taleplere dayandırmak, böylece birleştirici olmak." (*)

Bu jest için cesaretlendirmek, bu jestin karşılık bulması için uğraşmak gerekiyor. Bu yapılmadan sürdürülen "dayanışmacılık", Kürt olgusunun "piyasaya eklemlenmesi" için soldan katkı koymaktan başka bir anlam taşımayacaktır. Liberalizmin "sol"da giriştiği hegemonya mücadelesinde takındığı hırçın tutumun bir nedeni de, bu eklemlenmenin piyasaya katacağı muazzam enerji değil mi?

Peki ya "bu jest" gelmezse?

Gelirse,Türkiye'deki işbirlikçi, sömürücü, adaletsiz düzene karşı mücadele kolaylaşır. Gelmezse, mücadele kendine bir mecra mutlaka bulur...

[email protected]

(*) "Emperyalizm ve Siyasal İslam Arasında Türkiye", Ergin Yıldızoğlu, Siyah Beyaz yayınları. Kitabı henüz okumaya başladım. Buraya aldığım bölüm Kaan Arslanoğlu'nun soL'da yayınlanan Şeytanın Hilesi yazısında yer almıştı.