Kürt siyaseti Amerikancı mı ve asıl mesele bu mu?

IŞİD’in sahne almasındaki nedenlerden birisinin bölgedeki Kürt güçlerini ABD’ye yaklaştırmak ve bu yakınlaşmayı uluslararası kamuoyunda meşrulaştırmak olduğunu zamanında yazdığımızda dudak bükenler çoğunluktaydı. Oysa Kobane’nin kuşatılması ve onca barbarlığa göz yumulması da aynı planın parçasıydı. 

Kuşkusuz Barzani’nin böyle bir düzeneğe gereksinimi yoktu, o zaten deneyimli ve “güvenilir” bir Amerikancı aktördü. Burada asıl hedeflenenin PKK-PYD ikilisi olduğu açıktı. Bir yanda IŞİD, beri yanda Türkiye tarafından sıkıştırıldıkça bu ikilinin ABD’ye yönelmesi hızlanacaktı.

Bunun bir anlamı şu olmalı: PKK ve PYD’nin yıllardır ABD planları doğrultusunda hareket ettiği tezinin bir karşılığı bulunmuyor. ABD’yle temas, kimi dönemlerde yardım alma, bazen kollanma ile bir “stratejik uyum” farklı olgulardır. Biri pragmatizm, diğeri açık işbirlikçiliktir. 

İlkinin masum bir yönelim olduğunu söylemiyorum ancak onlarca yıldır Kürt sorununun “ABD icadı” olduğunu vurgulayıp, Türkiye’de siyasi iktidarların Amerikancılığını zerre sorgulamayan ya da konu Kürtler olduğunda unutmayı tercih edenlerin iki yüzlülüğü aynı zamanda bir kolaycılığa hizmet ediyor: “Hmmm, ne olacak ki, zaten ABD’ye hizmet ediyorlar!”

NATO emrindeki subayın, ABD stajını başarıyla tamamladıktan sonra medyanın zirvesine tırmanmış gazetecinin, “milli irade”den önce Beyaz Saray onayına koşan siyasetçinin başkalarını “kökü dışarıda” olmakla, emperyalizmin hizmetine girmekle suçlayabilmesi gerçekten enteresan bir durum.

“Ama ben iktidarım…”

E diğeri de “ama ben eziliyorum…” diyebilir. Diyor da…

IŞİD’in hızlı yükselişi ile birlikte Suriye’de Kürtler ABD’ye daha fazla bel bağlamak zorunda kaldı. O ana kadar çok titiz olduklarından değil, güvenmediklerinden temkinli hareket ediyorlardı. Ancak IŞİD, ABD’nin yönlendirmesiyle Kobane ve diğer Kürt yerleşimleri üzerindeki baskısını artırınca işbirliği derinleşti.

Bir yandan da Kürtler geniş coğrafyada batının tek güvenilir müttefiki diye tanıtılıyordu.

İşler öyle bir noktaya geldi ki, son çatışmalar batılı birçok medya kuruluşu tarafından “Türk hükümeti, IŞİD’le mücadeledeki en önemli güce saldırıyor” diye verildi.

Geçtiğimiz Ağustos’ta The Telegraph’a verdiği röportajda ABD’nin barış süreci için arabuculuk yapmasını isteyen ve bu ülkeyle dolaylı temas halinde olduklarını söyleyen PKK liderlerinden Cemil Bayık da, “Eğer ABD Türkiye’nin politikalarını desteklemeye devam ederse Kürtleri kaybeder, Kürtleri kaybederse IŞİD’le mücadeleyi kazanması zorlaşır” demişti. 

Oysa ABD’nin IŞİD’le mücadele için Kürtlere gereksinimi yoktu. Kürtleri yanına çekmek için IŞİD tehdidine gereksinimi vardı!

Ancak hesapta olmayan bir gelişme sonbahardan itibaren Suriye’deki dengeleri değiştirdi. Havadan IŞİD ve diğer cihatçı örgütleri bombalaması ile birlikte Rusya bölge Kürtlerinin elini güçlendiren ve ABD’ye mahkum olmalarını engelleyen bir aktör olarak devreye girmiş oldu.

Yine de sürecin bütününe bakıldığında PKK ve PYD’nin Rusya-Esad ittifakına yakınlaşmaları bir noktadan sonra zor gözüküyor. Zaten kendi açıklamaları, hem Türkiye hem Suriye başlıklarında daha çok NATO’ya bel bağladıkları, Rusya’yı ise geçici bir koz olarak gördükleri doğrultusunda. 

AKP hükümetinin tersini gönülden arzuladığından emin olabiliriz. ABD ile ilişkilerde “rakip” istemeyen siyasi iktidarın PKK ve PYD’nin Moskova yakınlaşmasını NATO ile Rusya arasındaki gerilimi artırmak için tepe tepe kullanacağından hiç kuşku duymamak gerekiyor.

Peki ABD ne yapıyor?

IŞİD hamlesi başarılı gözüküyordu ancak Rusya karşı hamle yaptı.

Şimdi ise ABD’nin en önemli müttefiklerinden Türkiye, PYD ve özellikle PKK ile ABD arasındaki ilişkilere ket vuruyor. Yoğun operasyonların bir de böyle bir anlamı var, ABD ile PKK arasını açık tutmak.

Ancak bunun ters tepebileceğini, sıkışan Kürt siyasetinin “hendek”ten “diplomasi”ye geçebileceğini ve henüz sadece hissettirdiği “uluslararası örgütlere çağrı” kartını devreye sokabileceğini Erdoğan da biliyor. Bir yandan operasyonlara hız verirken, bir yandan da yeni bir “süreç” için zemin yokluyor.

Ortadoğu’da kimin kiminle iş çevirdiği pek belli değildir; herkes tutunmak için ittifaklar peşinde koşmaktadır ve bir tarafında NATO’cu-Amerikancı bir iktidarın yer aldığı bir çatışma ya da gerilimde diğer tarafı Amerikancılıkla itham etmenin sınırları vardır. 

Kim bu bölgedeki insanlara nasıl bir yaşam vaadediyor? Asıl soru budur.

AKP’nin nasıl bir bölge, nasıl bir Türkiye istediği ortada.

Hemen bütün bileşenleriyle Kürt siyasetinin asıl sorunu, bu bölge ve Türkiye “projesi”yle kendine yer açıldığında uyum göstereceğini her defasında hissettirmesidir. 

Bu proje gericidir. Bu proje emeğe düşmandır. İster ABD hesaplarına bütünüyle denk düşsün, ister onunla azıcık çelişsin.

ABD planlarının herhangi bir yerde insanlığa iyilik getirdiği görülmemiştir; adı üzerinde emperyalizm!

Ancak bir yanılgının düzeltilmesinde yarar bulunmaktadır: Bu bölgede siyasi iktidar ve örgütler ABD ile ilişkilerine göre ideolojik tutum alıp sınıfsal pozisyon geliştirmemektedir. Bu bölgede siyasi iktidar ve örgütler ideolojik yönelimlerine ve sınıfsal karakterlerine uygun müttefikler aramaktadır. Özetle Amerikancılık neden değil sonuçtur.