‘Kötüyüz ulan, var mı’!

Daha önce de saldırıyorlardı. Evsahibi sandıkları için kendilerini ve de sola düşman, sanat düşman, bilime düşman, aydınlığa düşman olduklarından dayanamayıp, sopayla, bıçakla girişiyorlardı. soL Gazetesi’nin adına tahammüleri yoktu ki yazılanlara anlayış göstersinler! Gazeteyi satanların yanıt vermesine bile gerek kalmadan, çevredeki vatandaşlar müdahale edip uzaklaştırıyordu onları.

İlginç olan, Türkiye gericiliğinin birbiriyle “kavgalı” olduğu sanılan iki partisi ya da iki geleneğinin sol ve soL düşmanlığında somut işbirliği yapmakta hiç tereddüt etmemeleriydi. Diktatörü işaret eden bir manşetimiz “ülkücü” gençleri kızdırabiliyordu örneğin. Üniversitelerden biliyorduk bunu, AKP karşıtı çalışmalara karşı Erdoğan’ı kollayanlar genellikle MHP’lilerdi.

Şimdi daha farklı, hızla yaygınlaşan sistematik bir saldırganlıkla karşı karşıyayız. İki günde üç farklı yerde soL Gazetesi satanlara “örgütlü” bir biçimde müdahale edildi. İktidar partisine mensup kişiler bunlar.

Hukuki süreç başlatıldı, tekrar ettiğinde meşru savunma diye bir şey var, kaldı ki hırsızlara papuç bırakacak değiliz.

Bir de şimdi daha büyük bir gayretle hazırlayacak, dağıtacak ve okura ulaştıracağız soL’u. Onları rahatsız ediyorsa, doğru yoldayız demek.

Asıl üzerinde durmak istediğim konu, akhırsızların savaş ilanındaki tuhaf yan. Büyük savaşlar için “büyük idealler” gerekir. Bu bir emperyalist savaş da olsa, işgal gibi bir projeyi hayata geçirmek için de yapılsa, haklı bir davayı savunmak için mecburen girişilse de, savaş için doğru ya da yanlış, geniş kitleleri bir “ideal” etrafında toplamak zorunludur.

ABD Irak’ı “demokrasi ve terörle mücadele” bahanesiyle işgal etti. Sonuçta bu bir pozitif ideal. Her şeyiyle yalan olsa da… Putin, Ukrayna’ya dönük askeri hamlelerini, benzer örneklerde olduğu gibi “Büyük Rusya” idealine bağlıyor… Milliyetçi bakış açısıyla bu da pozitif bir hedef.

Düne kadar Erdoğan’ın da din, millet adına hareket ettiğini, yani toplumda meşruiyeti olan gerekçeler göstererek propaganda yaptığını söyleyebiliriz.

Şimdiyse savaşıyor ve dikkat ederseniz, daha önceki dayanakları yetmediği ölçüde, güç gösterisini, rasyonalize etme ihtiyacı duymadan, doğrudan bir seslenme biçimi olarak kullanıyor.

Özeti şudur: Erdoğan miting meydanlarında, yandaşlarını kavgaya şu ya da bu kutsallık adına değil, kendi adına çağırmaya başlamıştır. Düne kadar elinde tuttuğu iki meşruiyet kaynağı olan din ve sandığın yetmediğini görmüş ve kendini ortaya atmıştır.

Kitlesi daralıyor. Bununla birlikte, “Erdoğan ne yaparsa, onun arkasındayız” fanatizmi, kıç üstü oturmadan önce, şu ana kadar kaçtığı sokakta da savaşmayı deneyecektir. Devlet desteğiyle elbette…

Haziran’da Erdoğan’ın “sokağa çıkın” çağrılarına kulak asan olmamıştı. Zaten hükümetin elinde böyle bir kitle yoktu. Şimdi ise, zombileşen diktatör yandaşlarına ölümün korkusunu bulaştırdıkça, sağa sola saldıran ve “ben kötüyüm ulan” diye dellenen bir kesim ortaya çıkıyor. Seçim atmosferinde bunlar kendilerini sürekli hissettirecek. En fazla da 30 Mart akşamı.

Hep söylüyoruz akıl ve kararlılık. Bu da artık örgütlü olmadan hayal.

Zombilere karşı tek başına durmayın, oy vermek bile örgütlülük gerektiriyor, unutmayın.