Kılıçdaroğlu'nun kasketine el koymalıyız

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Vatan gazetesine konuşmuş. Referandum sonrasında birinde "Türkiye'de laikliğin tehlikede olduğunu söyleyemem" demişti, buna da açıklık getirmiş: "Asıl tehlike sosyal devlet eksikliğidir".

Müjde!

Gereksiz, yapay bir gündemi tartışmaktan kurtulduk. Bundan böyle laik-şeriatçı kutuplaşmasından sahici meselelere geçebilir, emekçilere "düne kadar sizi irtica geliyorla korkutarak oyalayıp, böldüler ama artık CHP bile yola geldi, bu saçma tartışmaları bir kenara bırakıyor, sadede geliyoruz" diyebiliriz.

AKP sayesinde "derin devlet"ten paçamızı kurtarmış, dizi dizi tabuların devrilişini kutlamış, en dokunulmaz kurumların yerlerde sürünüşüne tanık olmuştuk. Yetmezdi ama olsun… Şimdi de CHP sayesinde gericilik diye bir gündemimiz kalmıyor, zamanımızı çalan, işçileri bölen bir gerilimden yırtıyoruz. Kürt sorunu da çözüldü çözülecek… Çözülmese bile hiçbir şey eskisi gibi olmayacak...

Kim tutar bizi artık!

Ama durun, bu sefer ihtiyatlı olalım, acele etmeyelim. CHP'nin "gerçek" tehlikeyi sezmiş olmasından hemen umutlanmayalım!

Referandumdan sonra "yüzde 42 değerlidir" dediğimizde durduk yere "kendinizi aldatıyorsunuz" diye suçlanmıştık. "Bitti bu ülke" dememiz isteniyordu. Bunu itiraf edecek kadar cesur değilsek, hiç değilse "asıl yüzde 58'dir memleketin umudu" diyerek Türkiye devriminin öncelikle milliyetçi, muhafazakar, gerici, ilerlemeye kuşkulu, sola düşman bir toplumsallıkta boy atması gerektiğini ilan etmeliydik.

O zaman gerçekçi, o zaman çakı gibi devrimci olabilirdik ancak.

Hiç oralı olmadık, bildiğimizi söylemeye devam ettik. Türkiye son tahlilde "ben bu gidişattan memnunum" diyenlerle "ben bu gidişata karşıyım" diyenler arasında bölünmüştü. Gidişattan mutsuz olanlar içinde sosyalizan bir direnç odağı yaratmak, onu güçlendirmek solun öncelikli görevi olmalıydı. Bunda ısrarlıydık, ısrarlıyız.

Mutlu bir halk, isyankar bir halk olamaz.

Türkiye'de insanların mutlu olduğunu söyleyemeyiz belki ama bir gerçek var ki, halkımız yeterince mutsuz değil.

Eşitsizliklerin sürekli derinleştiği, adaletsiz, borçlu ve işsiz, bağımlı, sevgisiz bir toplum için fazlasıyla kayıtsızız. "Bu insanlar neye gülümsüyor" sorusu, Kübalı bir dostum tarafından henüz yeni patlayan ve emekçilere sağlam bir darbe vuran ekonomik kriz sırasında yöneltilmişti. "Sinirden gülüyorlar" demeyi isterdim, "farkında değiller"le geçiştirmiştim.

Başka şeyler bir yana, yüzde 42, öyle ya da böyle "ben ülkenin gidişatından hoşnut değilim" dedi.

Mutsuzluk, hoşnutsuzluk daha iyi bir yaşam arayışının tetikleyicilerinden biriyse eğer, o zaman kurda kuşa yedirtilmemeliydi "hayır"cılar. Böyle başlanmalıydı.

İşte şimdi bu yüzde 42 üzerinde en fazla etkiye sahip siyasi partinin yeni Genel Başkanı, hepimize bazı şeyleri yedirmeye çalışıyor. Yeni CHP ile "ben bu gidişattan memnun değilim" diyenlere şekil verecek.

Yeni CHP, eski CHP'nin emekçi sınıflardaki tahribatını ortadan kaldırır mı? Soralım:

CHP'nin hepimizin karnını ağrıtan, yoksulları dinci ideolojilerin kucağına iten, gericiliğin mazlumu oynamasına yardımcı olan "laiklik" edebiyatını bir kenara atması, başta bir ironiyle vurguladığım gibi "yapay bir gündemden kurtulmamız" anlamına mı gelmektedir?

Kılıçdaroğlu'nun "asıl sosyal devletin yok olmasıdır tehlike" demesiyle birlikte yüzünü CHP'ye dönenler arasındaki emekçi toplamın kendi çıkarları doğrultusunda daha fazla mücadele edeceğini, emek-sermaye çelişkisinin keskinleşeceğini, hatta CHP'yi solcu sanıp ona duyduğu alerji yüzünden AKP'nin yalanlarının peşine takılanların solla mesafelerini kapatacağını mı düşünmeliyiz?

"Sadaka toplumu yarattılar" diyen Kemal beyin üstüne basa basa "sosyal piyasa ekonomisi kurcağız" deyişindeki "sosyal"liğe kredi açıp CHP'nin yeni söylemine "yetmez ama evet" diye mi yaklaşacağız?

Bu ve benzer sorular amasız, fakatsız yanıtlanmalıdır.

Yüzünü sola dönen CHP'liler uykudan ve "2011 seçimlerini alacağız" saplantısından kurtarılmalıdır.

CHP "bu gidişattan mutsuz olanları" terbiye etmek, sisteme bağlamak için yenilenmektedir.

Türkiye'de gericiliğin tehdit olup olmadığına CHP karar veremez. CHP, tek parti dönemi uygulamalarını bir kenara koyalım, sonraki dönemlerde sermaye sınıfına özgü "modernleşme"yle yine aynı sınıfın "halk düşmanlığı" arasında sıkışmış bir laiklik anlayışını savunduğu oranda gericiliğe hizmet etmiştir. Kimse "CHP de olmasaydı…" diye kendini kandırmasın, bunlar diyalektik süreçler, CHP Türkiye Cumhuriyeti'nin evsahibidir ve bugün AKP'de cisimleşen gericiliğin sorumluluğunu belli ölçülerde paylaşmaktadır.

Şimdi CHP Genel Başkanı'nın çıkıp "laiklik o kadar da tehlikede değil" demesi, zaten devri dolan burjuva laisizminin havlu attığının ilanıdır. İyi midir? Bizim ne yapabildiğimize bağlı. Eğer bu süreçte, gericilik iyice meşrulaşırsa, CHP'nin müdahalesiyle toplumdaki bazı duyarlılıklar kaybolursa, milyonlar türban sorununun çözümünü hep birlikte "hoşgörü" ayinlerinde kutlayıp "tehlike savuşturuldu" diye huzura kavuşacaksa bundan mutluluk mu duyacağız?

Burjuva laisizmine sahip çıkmak için değil, gericiliğin Türkiye'nin emekçi sınıflarının kuşatılmasında, sermaye saldırılarına karşı dirençsizleşmesinde önemli etkenlerden biri olduğunu anlatabilmek için CHP'nin "daha önemli şeyler var hayatta" söylemine arka çıkamayız.

Sosyal devlet uygulamalarının bu kadar kolay tasfiye edilmesi, sadaka düzenine kolayca geçiş biraz da siyasal ve toplumsal düzlemlerde dinselliğin ağırlığının artmasının ürünü değil mi?

Bu ağırlığı kabul edeceğiz, sonra "sosyal" olacağız!

Sosyal piyasa ekonomisi…

Ilımlı islam gibi ılımlı piyasa düzeni!

Geçiniz.

Burjuva laikliği ile dinci demagoji arasındaki ikiyüzlü polemikler emekçi sınıfının kafasını daha az işgal edecek diye gericiliğin meşruiyet elde etmesinden memnun olacak kadar salak değiliz.

Kapitalizm gericiliğe bir yere kadar tahammül eder, burjuvazi kendi yaşam tarzını bir noktada savunur türünden bir aymazlıkla gericiliğin gerçek anlamını gözden uzak tutacak kadar aptal da…

Zenginlerin yaşam tarzı gerçekten de koruma altındadır.

Bize ne!

Biz toplumsal yaşantının kuşatılmasından, hatta yok edilmesinden, emekçilerin toplumsal ilişkilerinin zayıflamasından, bir sınıf olarak kendini yeniden üretmekte zorlanmasından, onların bu düzen karşısında çaresiz, aciz ve korkak olmasından söz ediyoruz.

Tehdit budur. Gericilik bizi en fazla bu nedenle ilgilendirmektedir.

Bu ilgimizi yitiremeyiz. Sadece gericilikle sermaye dikjtatörlüğü arasındaki ilişkinin toplumsal düzlemde açığa çıkarılması için daha gelişkin araçlara ve yenilenmiş bir stratejiye gereksinimimiz var.

Bu bir kavga… "Ben bu gidişattan hoşnutum" diyenleri, bir bölümü geçici olsa da, sağa teslim ettik. "Ben bu gidişattan memnun değilim"cilerin hiç değilse bir bölümünü Kılıçdaroğlu'ndan kurtarmak, onun "yoksul babası" imajını bozmak, kafasındaki kasketi çekip almak zorundayız.