Kendine yer açan tuhaf adama bakarken…

Paris’teki katliam, yaşanan çatışmalar, devasa yürüyüş, yürüyüşün protokolü… Düzmece çok şey olduğu belli, ortaya da çıkıyor. Charlie Hebdo cinayetleri sonrasında medyaya servis edilen “terör” görüntülerinde bir sürü tuhaflık var. “Dünya liderleri” pozu ise evlere şenlik, koskoca tipler, düğün öncesi fotoğraf çektirmeye giden çiftlerden farksızlar. Doğrularla yalanlar, gerçekle düzmece iç içe…

Biz ise çoktan o aşamayı geçtik, her şeyin ayan beyan ortada olduğu, yalanın “ben yalancıyım ha” diyerek söylendiği, hilenin “bak şu şekilde aldatıyorum sizi” denerek yapıldığı, cehaletin en büyük erdem diye sunulduğu, görgüsüzlüğün zerafet diye pazarlandığı bir evreye girdik.

Paris’te kitlenin uzağında oluşturulan VIP kortejin önüne geçmek için türlü komiklikler yapan bir adamın bizim ülkemizden çıkmasına bu nedenle hiç şaşırmamak gerek. Ön sıralarda yer bulamadığı için canı sıkılan, bir yolunu bulup görünür hale gelmek için arayışta olan kuşkusuz yalnız bizimkisi değildi. Ancak bir tek o, bu çabasını gizleme gereği duymuyordu. Önce öndeki suç şebekesini korumakla yükümlü korumalardan oluşan ikinci sıradakileri elimine edip, sonra da kadın filan dinlemeyip zincirin zayıf halkasını kırarak kendine bir yer açtı. 

Başka nedenlerle o görüntüleri tekrar tekrar izledim. Başbakanın hamlelerinde, bir bütün olarak AKP iktidarının ve sermaye sınıfımızın ihtiraslarını da görmek mümkündü. İmkanlarını zorlayıp ötesini istemek, emperyalist sistemde hak ettiğinden fazlasını almak…

Bunu söylerken, diğer zevata da, piramidin tepesindeki egemenlere de özel bir anlam yüklemiyorum, tek tek alındığında hepsi bir alem, hepsi acınası ve nefret edilesi…

Ancak öncelikle kendi başımıza bela olan ve bela ettiklerimizle ilgiliyiz.

Yıllar önce, adaletsizlik ve eşitsizlikten daha tehlikesi, onların kanıksanmasıdır demiştik. AKP işi öyle bir noktaya taşıdı ki, toplumun en az yarısı olup bitenleri kanıksamadı, kanıksamak isteyenler dahi bunu yapamıyor. Ancak şimdi yeni bir mesele var: İnsanlar kanıksamadıklarıyla kalıyorlar çünkü AKP “tamam işte ben buyum, yersen” diyor.

Destekçileri yiyenler değil, “biz buyuz yerseniz” diyenler çoklukla.

Onları da anlamak, onlara da saygı duymak gerektiğini vaz eden bir solculuk düşünebiliyor musunuz? Kanıksamayanları çaresizleştiren, özgüven kaybına yol açan, ilkesiz, aynı anda her yöne bakan bir solculuk… 

Devrimci fırsatları değerlendirmek için sabırlı ve kararlı çalışmaya, emekçi kitleleri yaratıcı araçlarla örgütlemeye, her zamankinden daha fazla gereksinilen ideolojik mücadeleye ağırlık vermeye, doğrultusu belli ve enerji yaratan siyasal darbeler vurmaya değil, cin olmadan çarpmanın yollarını bulmaya adanmış, daha fenası AKP tarzına öykünen bir solculuk…

Üzgünüm ama öne geçme sevdasındaki Davutoğlu’nu seyrederken bunlar da aklıma geldi.