Karmaşa...

Üç milletvekili. Üçü de BDP’den. Biri cezaevinde. Milletvekilliği düşürülmüş ve yeri AKP’li birine devrolmuş.
Üçü de BDP’nin önemli isimlerinden.
Sırrı Sakık ve Selahattin Demirtaş. Cezaevindeki vekil ise Hatip Dicle.
Siyasetin bir tarafından anlaşılma ve anlama diyalektiği var. Çok taraflı bir devinimin içinde kendinizi olduğunuz ya da gözükmek istediğiniz gibi anlatacak ve diğer aktörlerin ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışacaksınız.
Andığımız üç isim arasında farklılıklar olduğu sır değil. Ancak konumuz da bu değil. Konumuz bu üç ismin geçtiğimiz günlerde söyledikleri. Daha doğrusu söylediklerinin basına yansıyan kısmı ve biçimi.
Haziran Direnişi’nde de yaşanmıştı farklı doğrultuda mesajlar. Öyle ki, Gezi’dekiler için Ergenekoncu ithamında bulunulduğu gibi, onların liderinin bir BDP vekili olduğu da söylenebildi. İkisi de doğru değildi.
Sonrasında daha yumuşatılmış olsalar da AKP’ye ve Haziran İsyanı’na dair farklı değerlendirmelerle karşılaşmaya devam ettik. Farklı görüşler vardı, bir açıklama buydu. Diğer olasılık ise, BDP farklı yerlere farklı mesajlar vermek zorunda kalıyordu.
Bence ikisi de…
Sonuçta, soldan bakıldığında, BDP’ye anlayış göstermek isteyenler AKP’ye dönük sert açıklamaları işaret ederek, “hani AKP’ye destekliyorlardı” diyor, eleştirel yaklaşanlar ise “AKP’yi kollayan” konuşmaların altını çiziyorlardı.
17 Aralık’ta patlayan yolsuzluk skandalı ile birlikte bu mesele yeni bir boyut kazandı. AKP’ye kendisini destekleyen güçlerden sert bir darbe vurulmuştu ve devamı gelecekti. Öcalan, Kandil ve BDP bu kez “AKP’yi yedirtmeme” konusunda daha belirgin ve ortak bir tutum geliştirdi.
AKP cephesinin bu tutumdan hoşnut olduğu, ittifak ve destek arayışını bu tutumu veri alarak sürdüreceği de ortaya çıktı.
Ancak…
Herkes biliyor ki, Erdoğan gidici. “AKP giderse savaş tırmanır” politikası bir noktadan sonra PKK açısından kendi kendini kısıtlayıcı bir yan taşıyacaktı. Doğal olarak “AKP’yi darbeye karşı koruma ve kollama” çabası yerini daha ihtiyatlı bir tutuma bırakabilirdi.
Hatip Dicle’nin Cumhuriyet’ten Utku Çakırözer’e söyledikleri bu açıdan önemli:
“17 Aralık sonrası PKK’deki hava şu: Erdoğan gidecek ve savaş başlayacak ama son günlerde Cemil Bayık ve Selahattin Demirtaş ‘Erdoğan olsa da olmasa da çözüm süreci devam eder’ diyorlar. Biz bu sözleri çok önemsedik. Acaba birileri ‘Bu devlet politikasıdır, değişmez’ mesajı mı götürdü PKK’ye’? Devletin bir kanadı olabilir. Belki de ulusalcı kanadı. ‘Erdoğan gittiği anda savaş başlar’ diye düşünenlere bir yanıt olarak mesaj mı götürüldü? Yani ‘Böyle düşünmeyin’ denmiş olabilir.”
Peki şimdi nerede bu güçler? Dicle’nin yanıtı şöyle:
“Ergenekon ve Balyoz davalarında kimler tutuklandı? Çetin Paşa, İlker Paşa... Ordunun ulusalcı güçleri tasfiye edildi ama 1990 ile 99 arasında Kürtleri yakıp yıkan, faili meçhulleri yapanlar ortada yok. İçerideki generallerin hiçbiri yakıp yıkmadı. Çıksınlar tabii ki.”
Burada duralım. Selahattin Demirtaş’a kulak verelim:
“Arada kasten veya haksız tutuklanmış kişiler olabilir. (…) Ama davanın tamamı kumpastır demenin hiçbir manası yok. Bunlar sürece de karşıydı, çözüme de karşıydı, geçmiş dönemde kirli savaşı yürütenlerdi. Şimdi bunlara kumpas kuruldu diye aklarlarsa çözüm süreci adına iyi niyet göremeyiz.”
Çok önemli bir meselede oldukça farklı iki yaklaşımla karşı karşıyayız.
Bu farklı yaklaşımların temel nedeni, Kürt sorununu bu coğrafyada olup biten her şeyin merkezine koymak, hatta daha da ötesi, tek parametre haline getirmektir. Kürt sorunu önemsiz değildir. Ancak Kürt sorunu merkeze konduğunda ve özellikle sınıf çelişkilerinin üstüne çıkarıldığında karmaşa kaçınılmazdır. Bu karmaşaya dahil olan solun da silikleşmesi…
Diğer aktörlere karşı tavır geliştirirken bu karmaşa, hataya sürükler. Örneği, bu kez Dicle’den verebilirim:
“Erdoğan daha milli, Türkiyeli geliyor bize. Cemaat tamamen ABD ve Batı ile birlikte hareket ediyor.” Ve devamında, “Erdoğan ancak soğukkanlı davranırsa bu krizden sağ çıkar. Bunu yapabileceğine ise güvenemiyorum. Çok ani ve aşırı tepkiler veriyor. Fırtınalı havada dümende sakin durmak lazım. Neden ABD büyükelçisini göndermeye kalkarsın ki! Mesela TÜSİAD’a ‘hain’ diyor. Yanlış, doğru değil. Dostlarını dinlemesi lazım. Kim eleştiriyorsa düşman oluyor. Son olarak cemaat de gitti. Bir tek biz Kürtler varız şimdi yanında ama o da en fazla 2 ay sürebilir.”
Burada kim dost, kim düşman hiçbir şey anlaşılmıyor artık!
Son olarak Sakık’a gelince… Yolsuzluklara ilişkin söylediği, “paraları çalmayıp, Hazine’de bıraksalar ne değişir bizim için” sözü çok eleştirildi. Haklı olduğu yönler de vardı aslında. Ancak… “Halkın sofrası mı zenginleşiyor, yolsuzluk olmayınca” yaklaşımı da Kürt sorunun merkeze konmasının, ayrıca memleketin temel meseleleri arasındaki bağın ve sınıf özünün tamamen yok sayılmasının yarattığı bir tuhaflık. Zamanında özelleştirmelere karşı durduğumuzda, “ne fark eder ha KİT, ha özel sektör” deniyordu. Aynı mantık.