Kapitalizmi övme suçunu kimler işliyor?

Kapitalizmden derhal ve köklü bir biçimde kurtulmak gerektiği tezimizi her defasında kanıtlarıyla birlikte sunmamız sanırım gerekmiyor. Şu ana kadar işsizliğin, yoksulluğun, savaşların, açlığın, konut sorununun, doğal kaynakların yağmalanmasının, çevre kirliliğinin, cinsiyetçi uygulamaların, hastalıkların, cehaletin, trafik karmaşasının ve eşitsizliklerin, bağımlılık ilişkilerinin, insan hakları ihlallerinin patron sınıfının egemenliğinin kaçınılmaz sonuçları olduğu düşüncesini inandırıcı bir biçimde çürütebilmeyi kimse beceremedi.

Buna gereksinim de duymuyorlar. Öyle ki zaman zaman, işler iyice sarpa sardığında, büyük bir yüzsüzlükle "kapitalizm iflas etti" bile diyebiliyorlar. Şimdilerde kendilerini biraz olsun toparladılar ama hatırlayalım, şu son kriz ilk darbelerini vurmaya başladığında, en fanatik liberaller bile "Marx haklıydı" diye nedamet havasına girmedi mi? Artık, elinde "Das Kapital"le televizyona çıkanlar mı ararsınız, yöneticilerine bu büyük eserin kısaltılmış versiyonlarını dağıtan şirketler mi!..

Neyse ki, fazla uzatmadılar. Ellerini değdirdikleri her şey ister istemez kirleniyor, kısıtlı kaynaklarımızı onların pislettiklerini kurtarmaya harcıyoruz. Kalsın, Marx'ın hakkını vermesinler…

Kapitalizmden derhal ve köklü bir biçimde kurtulmak gerekiyor.

Burjuva devrimlerinden başlayarak sermaye sınıfının insanlığı "ilerletici" rolü, son derece karmaşık dinamiklerin ürünüydü. Doğrudur, bu rolü tek başına emekçi sınıfların direngenliğiyle, mücadeleciliğiyle, "hak verilmez alınır" düsturuyla açıklayamayız.

Ancak bilinmelidir ki, artık kapitalizm toplumsal mücadelelerin etkisiyle dahi insanlığa bir şey sunabilecek durumda değildir.

Bunu en iyi kavrayan, bizzat kapitalist sınıftır. Yolun sonuna gelindiğini bilmekte ve buna göre davranmaktadır. "Marx haklıymış" aslında onların ağzında bir meydan okumadır. "Bizim düzenimiz budur işte" diye kestirip atmak, "haklıysa haklı, ne olmuş" diye işi pişkinliğe vurmak.

Mesele ideolojik açıdan da ele alınabilir. Sovyetler Birliği'nin dağılmasını önceleyen dönemde uluslararası alanda burjuva ideolojisinin oldukça sağlam gözüken referansları vardı: İnsan hakları, ekonomide verimlilik, sivil toplumun önceliği gibi kavramlar insanlık için bir "ilerleme", "kurtuluş" projesinin parçası olarak sunulmaktaydı.

Karşı-devrimleri bu ideolojik çerçevenin içinde kaktırdılar cümle aleme.

20 yıl sonra, kapitalizm insanlığa "bugünden daha iyi yaşayacaksınız" deme gereksinimi bile duymuyor. Tersine, felaket tellallığı teşvik ediliyor. Dönemin ortalaması, "elinizdekilerin kıymetini bilin"dir!

Kapitalizm bir proje olarak anlamını yitirmiştir.

Kapitalizme anlam yükleyenler, şu ya da bu biçimde kapitalizme karşı konumlanması gerekenlerdir.

Kağıt üzerinde de olsa işçi örgütü olarak tanımlanan sendikalardır, soldur, devrimci hareketlerdir, Marksist aydınlardır.

Kapitalizm "benden bu kadar" diye kestirip attıkça, onlar "bizi bırakma, daha senin görevlerin bitmedi" demektedir.

Şimdi unutuldu gitti ama kapitalizmin insanlığa karşı açtığı savaşın güncel örneklerinden Avrupa Birliği'ne, birlik 1990'lardan beri emekçi haklarını satırla doğrarken, olmadık anlamlar yükleyenler emperyalist merkezler filan değil, düpedüz "emekten yana" olanlardı. Kapitalizme AB üzerinden sınırsız kredi verdiler. İnsanlık zaman kaybetti, enerji kaybetti, direnme gücünden kaybetti.

Barack Obama'nın ABD Başkanlığı'na seçilişini "demokratik devrim" diye adlandıranlar da sözüm ona Marksistlerdi. Emperyalizmin hegemonik gücünden biraz da adalete, ezilenlere hizmet etmesini bekliyorlardı! Bu türden salaklıklara bakıp "Kapital okumak gerçekten zararsızmış" demeleri son derece doğal. Kalın olmasa Doğan grubu promosyon olarak bile dağıtabilirdi…

DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi'nin milletvekilliğine çeyrek kala TÜSİAD'la işbirliğini göğsünü gere gere savunabilmesi, onun ideolojik tercihleri kadar, Türkiye'de solcuyum diyenlerin kapitalizmin ülkeye, halkımıza hâlâ bir şeyler verebileceğine ilişkin bir kanaati ısrarla yaymaya devam etmesinin yarattığı rahatlamadan da kaynaklanmaktadır.

Kürt sorununun emperyalist mekanizmalar ve piyasa mantığı içinde çözülebileceğine ikna olmayanları linç etmesi için "ulusal hareket"e çağrı çıkaranlar da bu ülkede solcu (bu kavramı hiç sevmeyen, böyle bir sıfatı zinhar kabul etmeyenler için "devrimci" de diyebiliriz) olarak biliniyorlar.

AKP'ye dönük akıl dışı ve sürekli kendini üreten desteğin arkasında yine "kapitalizmden medet umma" hastalığı yatıyor. Piyasanın gücüyle faşizmi, derin devleti, militarizmi geriletmeye dönük stratejinin tek dayanağı "sermayenin ilerici barutunun bitmediği" düşüncesidir.

Şimdi denecek ki, "cumhuriyetin kazanımlarını savunmak" aynı kapıya çıkmıyor mu?

Hayır efendim çıkmıyor! Kapitalizmin cumhuriyetle mumhuriyetle bir ilgisi kalmadı. Başka bir dönemin ürünü bunlar. Kapitalizm şu anda geçmişteki bütün "ileri" hamleleri ya yok ediyor ya başkalaştırıyor.

Farklılar elbette ama benim için, kazanım olarak gördüğüm bazı cumhuriyet hamlelerine sahip çıkmakla artık kapitalizmde hayal olan 8 saatlik işgünü talebini haykırmak arasında ya da özelleştirmelere karşı direnmek arasında bir fark yok.

Direnmeden, direnme okulunda örgütlenmeden kapitalizmi yıkamazsınız.

İki gün önce referandum konusunda, fazla ayrıntıya girmeye gerek yok, "AKP'ye bakın ve hayır deyin" diye yazmıştım.

Devam edelim, sermayeye bakın ve karar verin. Sermayenin önünü açtığı, yol verdiği, arzuladığı, bütün süreçler insanlığa zararlıdır.

Ama, fakat, lakinle bu gerçeği sulandırdığınızda mutlaka saçmalarsınız.

Kemal Okuyan'ın dünkü yazısı: YAŞ hayaller, kuruyan solculuk
"(...)21. yüzyılda yol alınırken sosyalizmin gündem olmasına bile tahammülü olmayan, gericiliği kanıksayan, pabucumun arabeskine dahi tavır almaya hali kalmamış, AKP'nin devlette devrimciler adına gedikler açıp onu zayıflatacağını sanan bir solcu YAŞ pazarlıklarından heyecanlanmıyorsa, umudunu nereye bağlıyor?
Yoksa Kürt sorununun böyle bir işlevi mi var?(...)
"