İttifaklar ve yük boşaltmak

Geçenlerde Tunç Sipahi yazdı, ittifaklar az-çok eşit güçler arasında hayata geçebilir. Birbirinin kaderini belirleme, birbirine etki edebilme, birbirine mahkum olma ve birbiriyle hegemonya mücadelesine girme…

Marksist anlamıyla ittifak budur ve hegemonik unsur olma şansı bulunmayan bir müttefiklik ilişkisine girmek devrimci hareketlerin siciline ancak trajik sonuçlarla yazılmıştır.

O halde, “güç” kavramı üzerinde durup, onun nasıl ölçüleceğine karar vermek gerekiyor. 

Temsil etme iddiasını taşıdığı toplumsal kesimler içindeki örgütlülüğü bir siyasi hareketin gücünü sınayabileceğimiz önemli kriterlerdendir. Bu anlamda Türkiye’de komünistler, işçi sınıfı içinde tuttukları yer göz önüne alındığında, henüz bir güç olarak nitelendirilemez. Bir ulusal hareket olarak Kürt siyaseti ise, taşıdığı sıfata uygun bir toplumsallığa yerleştiği için gerçek bir güçtür.  

Örgütlü davranabilme ve yandaşlarını harekete geçirebilme yeteneği, iç dokunun sağlamlığı da bir siyasi hareketin gücünü değerlendirebileceğimiz ölçütlerdendir. Yunanistan’daki son seçimlerde kendisinden yedi kat daha fazla oy alan Syriza’yla karşılaştırıldığında Komünist Parti, bu bağlamda tartışmasız daha güçlü bir partidir.

Mücadelecilik, direngenlik ve düşmanına zarar verebilme yeteneği de güç tanımı içinde özel bir yere sahiptir. Küba’da Fidel’in gerilla hareketi, başlangıçta oldukça sınırlı bir kuvvete dayanmasına rağmen, güçlü bir siyasi aktördü. Burada yalnızca “askeri” bir nitelikten söz etmediğim, herhalde anlaşılmaktadır. 26 Temmuz Hareketi, Batista diktatörlüğünün zayıf noktaların teşhis etme ve oralara etkili siyasi darbeler vurma konusundaki ustalığı nedeniyle de çok güçlüydü.

Başka siyasi hareketleri ve onların tabanlarını etkileyebilmek de güç tarifinin bileşenlerindendir. Siyaset dinamik bir olgudur ve “güç” anla değil de süreçle ilgili bir tanımlamadır. Sınırlı bir toplumsallığa oturan bir siyasi hareket, başka öznelerin alanına müdahale yeteneği kazandığı ölçüde güçlenir ve önemsenmesi gereken bir güç olur.

Bununla bağlantılı olarak, siyasi aktörler ideolojik-siyasi ağırlıkları, tutarlılık ve üretkenliklerine göre de tasnif edilebilirler. Söz gelimi Cumhuriyet Halk Partisi’ni, bir sistem partisi olarak asıl zayıf düşüren, aldığı oy değil, siyasi ve ideolojik kimliksizliği, deyim yerindeyse yetmezliğidir.

Görüldüğü gibi, ilk sözünü ettiğimiz kriteri dışarıda bıraktığımızda, Türkiye’de sosyalist solu bir siyasi güç olarak nitelendirmekte sakınca bulunmuyor.

Ve bir de seçmen sayıları var. Solun elinin en zayıf olduğu düzlemin bu olduğunu kavramak için AKP Türkiyesi’nde 12 yıl talim görmek gerekmiyordu. Evet, dünya tarihinde solun seçim başarısı elde ettiği örnekler var ama bunlara dikkatle bakıldığında ya diğer güç kriterlerine kıyasla daha düşük bir profil sergilendiği ya da sandık zaferlerinin güçlü olunan ve asıl olunması gereken bazı kriterleri aşındırdığı hemen fark edilir. 

Bugünün Türkiyesi’ne geldiğimizde ise, sol seçmen bazında bir güç değil, küsurattır.

Seçim düzlemindeki bir sıçramanın birçok sorunu çözeceği iddiası, sınıf mücadelesine ve devrimler tarihine ilişkin son derece yüzeysel bir bakışın ürünüdür. Kuşkusuz emekçi halkın adına yazan bir seçim başarısının sermaye egemenliğinde kayda değer bir meşruiyet krizi yaratması, o ana kadar gerçek bir “güç” olarak görülmeyen devrimci hareketin halk nezdinde inandırıcılığının artması mümkündür.

Ancak, bu seçimleri bir enstrüman olarak daha bütünlüklü bir bağlama yerleştirmek ve asli-temel stratejik unsur haline asla getirmemekle mümkündür.

İttifaklar diyorduk… İttifaka giren aktörler arasındaki güç dengeleri diyorduk…

Seçimler, Türkiye’de devrimci solun zayıf karnıdır ve güçlü olduğu, olması gereken alanları boşaltarak bir seçim ittifakına girmesi önerilmektedir. 

Uçak yükselsin diye yüklerinizi boşaltacaksınız. Ancak unuttunuz, uçağınız zaten o değerli yükleri bir yere taşımak için havalanmıştı!