İnanıyormuş gibi yapmadan, hakiki bir inançla…

AKP demokrasi ve özgürlük getirecekti, yıl 2002. İnanıyorlar mıydı buna, yoksa çok uyanıklar mıydı? Liberaller, ılımlı solcular, ultra radikal devrimciler… Hayır buna inanmıyorlardı, düpedüz hesap yapıyorlardı. Kendilerine inanmayanlar neden başkalarına inansın ki! Kullanışlı aptal olup olmadıkları ayrı bir tartışma ancak siyaseten gerçekten uyanıklıktı yaptıkları, cin olmadan çarpmak, köylü kurnazlığı da denebilir. AKP orduyu geriletecek, bunların bir bölümü boşalan alana yerleşecek, bir bölümü ise zayıflayan devlete devrimci darbeler indirecekti. Yok, inanmıyorlardı AKP’ye…

Ergenekon, ardından gelen Balyoz filan, değişen bir şey yoktu. Kontrgerillanın yeniden yapılandırılacağını biliyorlardı, AKP’ye hiç inanmıyorlardı ama bir bölümü 12 Eylül’deki devlet şiddetinin intikamının alındığını düşünüyor, bir bölümü “sivilleşme”den pay istiyor, bir bölümü ise kolay yoldan başka türlüsüne inanmadıkları bir “devrim”e yaklaşma hayalleri kuruyordu. 

Tunus, Mısır gibi ülkelerde halkın yolsuzluk ve yoksulluğa karşı öfkesi kısa sürede emperyalistler tarafından “Arap Baharı”na dönüştürüldüğünde de aynısı oldu. Hillary Clinton “bu bir devrim” diyordu, liberaller “bu bir devrim” diyordu, devrimci radikaller “bu bir devrim” diyordu ama bunun bir “devrim” olduğuna hiçbiri inanmıyordu. Devrime inanmıyorlardı zaten, önemli olan azıcık değişim, azıcık hareketti. Emperyalist projelere göbekten bağlı liberaller zaten mutluydu, diğerleri ise kendi küçük dünyalarını, Arap halklarının sırtından büyütme derdindeydi.

Syriza Yunanistan’da yükselişe geçip hükümet olduğunda da bunun bir devrim olduğuna kimse inanmadı. Ama liberaller ve bir kısım sol “başardık” dedi. Yunan sermayesinin sözcüsü gazeteler de aynı çığlığı attı: Başardık! Yunan sermayesi inanıyordu, “bizimkiler”in ise inancı yoktu ama bu tür şeylere tutunmaktan başka çaresi de. 

İnanmadılar, başkaları tarafından kandırılmadılar. Kandırdılar. Kendilerini ve başkalarını.

Peki şimdi ne oluyor?

AKP ikiye bölündü. Reisçiler ve Fetocular. 

AKP’nin meşruiyeti çok sorgulanıyordu. Cemaat öyle gayrı meşru, sinsi, kanlı bir hamle yaptı ki, Erdoğan’a yeni bir meşruiyet kapısı açtı.

Şimdi bu kapının açık kalması için kuyruğa girenler var. Liberaller azıcık kenara çekildi, yerlerini başkaları doldurdu. Ilımlı solcular ve “radikal devrimciler” çok değişmiyor, onlar her zaman hazır. AKP’ye inanmıyorlar, Erdoğan’a hiç. Ama o kapının açık durması gerek.

Kimi cemaatten intikam alıyor. 12 Eylül mağduru devrimcilerin yerini, “FETÖ” mağduru ulusalcılar aldı. Mağduriyet gerçek, bunun hesabını sorma arayışı sonuna kadar meşru, buna indirgenmiş siyaset ise kesinlikle yanlışa sürükleyiciydi.

Kimi Erdoğan’a kapıyı açık tutarak Türkiye’nin batı ittifakında kalmasını garanti ettiğini düşünüyor. Bakmayın siz Avrasya, Rus-Çin ekseni edebiyatına. Türkiye’de siyaset erbabının “solcu”ların bir bölümü dahil olmak üzere, neredeyse tamamı ABD-Almanya-Fransa-İngiltere dörtlüsünden uzak bir dünyada yaşayamaz, ölür!

Kimi kapının önündeki nöbet sayesinde Erdoğan’ın iplerini elde tutabileceğini, en azından onun büsbütün özgür kalmasını engellemeyi, buradan da sistem içinde daha fazla ciddiye alınmayı hesaplıyor. CHP’de ikna olanların tamamı bu fikirde.

Kimi ilkelerle, devrimci ideallerle işi kalmadığından yeni dengeler içinden “hareket” yaratmaya çalışıyor. Yenikapı mitingindeki kitleyle iletişim kurmaktan söz eden mi ararsın, Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a kapıyı ne zaman açıp ne zaman kapatması gerektiğini fısıldayarak devrimci siyaset yapmaya kalkan mı ararsınız… 

Bunlar ne Erdoğan’a ne de kendi politikalarına gerekçe yaptıkları argümanlara inanıyor.

İnanıyormuş gibi yapıp yola devam ediyorlar.

Erdoğan’ın büyük bir emperyalist operasyonu yenilgiye uğrattığını söyleyenler de aslında buna inanmıyor. Bir emperyalist operasyon var, bu açık ama herkes bu operasyonun başarısızlığında belirleyici faktörün Erdoğan olmadığını ve onun asıl derdinin kendi kişisel kurtuluşu olduğunu biliyor. Lakin Erdoğan’ı desteklemek için bundan daha afili bir gerekçe üretilemezdi: Emperyalist planları bozdu!

Başkaları Erdoğan’ın çok ama çok güçlendiğini söylemeye devam ediyor. O kadar güçlenmiş ki, denetlenmezse durum çok vahim hale gelirmiş. Böylece aslında pek zayıflamış olan Erdoğan’ın gölgesinde pozisyon kapmaya çalışmak oluyor size Erdoğan’ı dizginlemek!

Emperyalist ülkelerin Erdoğan’a operasyon çekebileceğini yıllardır görmek istemeyen, emperyalizmin şimdiye kadarki “renkli devrim” denemelerini nedense önemsemeyenler darbeyi Erdoğan’ın kendi kendine yapıp sonra da üste çıkmaya çalıştığını ima etmekten vazgeçmiyor. Buna kendileri de inanmıyor ama söyledim ya, inanmıyorlar zaten hiçbir şeye ve kendi kendine darbe yapan Erdoğan’a karşı en geniş cephenin kurulması gerektiğini söyledikten sonra Erdoğan’la işbirliği yapmaya çalışanların içinde erimeyi göze alıyorlar.

Durum budur ve bu nedenle şimdi inanın devrime, sosyalizme, insanlığın eşitlik-özgürlük arayışına demek çok daha önemli hale gelmiştir.