Humeynisiz Kaldık! KEMAL OKUYAN

İçiniz rahat etsin... Türkiye'de Humeyni yok! Öyle diyorlar. Geçtiğimiz hafta Avrupa Parlamentosu'nda Mesut Yılmaz'a haddini bildiren ama yabancılara ayıp olmasın diye "daha beter etmeyen" ÖDP'den bağımsız milletvekili Ufuk Uras ne demişti? "Türkiye İran değil, Erdoğan da Humeyni..."

Bu İran benzetmesi oldum olası baş ağrıtmıştır zaten... Bir siyasi cinayet işlenir, "Mollalar İrana" sloganını duyarsınız, ayda bir bilmem ne Post'ta ya da Tribune'de "derin analiz" adı altında "Türkiye İranlaşıyor mu" sorusuna yanıt aranır...

Elbette İran yanı başımızdadır, önemlidir. İran halkı "İslam Devrimi" adı verilen sürece çok şey katmış ve bu süreç ondan çok daha fazlasını götürmüştür amma, İran bugün karşı karşıya kaldığı ABD emperyalizmiyle kıyaslandığında, neredeyse tali bir sorun halinde durmaktadır insanlık tarihinde... Öyleyse, ikide bir "Türkiye İran olur mu" sorusunun gündeme gelmesinde bir Amerikancı koşullanmanın izlerini de görmek gerekiyor.

Hani laik bir karta oynanacaksa, bari İran'ı da aradan çıkaralım misali!

E bir de son derece etkileyici Persapolis çizgi romanı ve onun yine etkileyici çizgi filmi orta sınıf mensuplarımızın "şuna bi bak ya, ben kötü oldum" diyerek elden ele dolaştırdığı bir başyapıt haline gelince, Türkiye'nin Humeyni'sini aramak farz oldu.

Uras açıklık getirdi: "Erdoğan değil"... O zaman kimdi yerli Humeyni?

Bu kez gözler dönme hazırlığına başlayan Fethullah Gülen'e çevrildi. Zaten Cumhuriyet mitingleriyle birlikte "rövanş, Fethullah'ın döndüğü gün alınacak" dedikodusu yayılıyordu. Laikçiler bir milyon mu topladı, havaalanından Taksim'e bir insan seli akacak, artık beş mi, on mu, milyonlarca kişi hocaefendiye bağrını açacak, Cumhuriyet mitinglerine gelenler evlerine çekilip perdelerini örteceklerdi. "Duydun mu Humeyni gelmiş" diye fısıldayacaklardı sokularak birbirlerine...

İtiraz ediyordu başkaları bu senaryoya... Böyle dönmeyecekti, rahatsızdı, yaşlanmıştı, bütün planlarını kaçınılmaz kader anına göre yapmıştı. Cenazesi mahşer yerine dönecek, Türkiye'de o saatten itibaren hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Lakin eline beraat onayını ve ABD'den "artık dönme zamanı" düsturunu aldığında, "ben de Humeyni değilim" deyiverdi Gülen.

Uras akademi kökenlidir, titizdir, "Erdoğan değil" diyorsa, doğrudur. Fethullah Gülen de kendisi için söylenenleri reddedince kaldık mı Humeynisiz!

Humeynisi olmayan, İran'a da benzemeyen bir ülkedeysek... Tehlike yok! Tehlike var da... Öte tarafta... Darbede...

Ciddiyet... Birazı dahi yeter!

Türkiye bir Amerikan operasyonunun tam orta yerinde. İslamcılaştırma, uluslararası sermayenin bizim buralar için bulduğu çözüm. Proje büyük bir hızla hayata geçiriliyor ve hâlâ İran, Humeyni masallarıyla oyalanıyoruz.

Türkiye İran olmaz, olamaz... Sayısız gerekçesi var bu imkansızlığın. Memlekette Humeyni filan da aramaya gerek yok. Ancak "bu ülkede Humeyni yok" derken, Türkiye'nin İran olmadığını vurgularken, biraz ihtiyatlı olunmalı. İran Devrimi'nin hiç değilse ilk evresindeki pozitif yanlar, İran'ın ABD karşısındaki konumlanışı bütünüyle bir kenara atılmamalı. Bu açıdan paniğe kapılacak olan kapılsın, Türkiye'nin kısa sürede 1979 İranı'ndan daha "karanlık" bir döneme girmesinin olasılık dahilinde olduğu söylenmelidir.

Sola ciddiyet gerek, tutarlılık gerek. Ilımlı İslam, sermayenin ve emperyalizmin gereksinimleriyle örtüştüğü andan itibaren somut bir gerçeklik haline geldi. Ve artık söz konusu olan Türkiye'nin İranlaşması değil, bölgenin Türkiyelileştirilmesidir. Dileyen Humeyni'yi arar, anlatılan İran hikayelerini dinleyip "ne alaka" diye rahatlar.

Oysa Türkiye, Türkiye'dir. Bu ülkede Abdullah Gül Cumhurbaşkanı'dır, Fethullah Gülen ülkeye dönme hazırlığı yapmaktadır, NATO'yla yatıp kalkmaktan ve sol/halk düşmanlığından şaşılaşmış silahlı güçler bu tabloya kendini nasıl uyarlayacağının derdindedir, uluslararası sermaye bu koca ülkenin her bir karışına nüfuz etmeye kararlıdır...

Bir tek Humeynimiz eksikmiş!

Rahatladım...

[email protected]