Haydi Anayasa Yapalım! KEMAL OKUYAN

Patron ağırlığını koydu ve kapatma davası sonrasına işaret etti: 12 Eylül Anayasası artık bizi kesmiyor, daha fazlasına gereksinim var.

TÜSİAD'ın dünkü toplantısının ruhu budur. Meclis'te solu temsil ettiğini iddia eden bir kişinin ağzından da rahatlıkla çıkabilecek "farklılıklarımızı yok eden, tek tip bir toplum özlemini dile getirmeye çalışmıyoruz. Aksine, sorunlarına sahip çıkan, onları tartışan, çözmeye çalışan farklılıklarını bir zenginlik olarak görüp onları koruyan bir yapıya ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz" sözlerini sarf eden Türkiye'nin en büyük sermaye gruplarından birisinin tepesinde oturan Mustafa Koç'tur.

Gerçekten bir burjuva devrimi mi yaşanıyor? Sermaye, kaderini bürokrasiye terk ettikten 90 yıl kadar sonra cesaret kazanıp "demokratik" dönüşümlere öncülüğe mi soyunuyor?

Liberal kulislerde bizim için "TÜSİAD kadar olamadılar" deniyor. Biliyorum, çünkü kulislerden taşıyor, yazıyorlar, kimi zaman ölçüyü kaçırıp küfrediyorlar. Evet olamadık...

Sermayenin 12 Eylül'den daha fazlasına yönelişinden "demokrasi" çıkaramadık emekçiler adına sevinemedik her değişimin ille de gelişme anlamına geldiğine ikna olamadık...

12 Eylül Anayasası delik deşik. Arada "toplumsal özgürlükler alanı" bir genişledi, sermayenin özgürlüğü on! Birtakım başlıklar çok tartışılıyor. Açın tarayın, değişikliklerin kapsamını... Ağırlık ekonominin liberalleşmesindedir sanayinin, tarımın, ormanların, madenlerin kamu çıkarları ekseninden çıkarılıp yerli ve yabancı sermayeye teslim edilmesindedir.

Şimdi "daha özgürlükçü bir Anayasa" diye yola çıkıp, ön plana gerçek karşılığı olmayan ya da çok sınırlı olan birkaç vitrin konu atacak, emekçi sınıflar üzerindeki baskıyı artırıcı girişimlerde bulunacaklar.

5 yıl önce demişlerdi, şimdi de sakıncası yok, "bunlar 12 Eylül'ü savunuyor" diye buyursunlar! O zaman, sonrasında birçok ülkede halkın elinin tersiyle ittiği Avrupa Anayasası'nın bazı açılardan 12 Eylül Anayasası'ndan daha geri olduğunu yazmıştık. Şimdi de söylemek zorundayız: TÜSİAD'ın bu kez oldukça iyi düşünülmüş bir biçimde ortaya attığı anayasal dönüşüm planı, ülkemiz açısından bir "gelişme" olarak görülemez. 12 Eylül Anayasası böyle değişecekse, değişmemelidir.

İstedikleri kadar küfretsinler. Sermaye ve AB yalakalığına sessiz kalmayacağız.

Türkiye önemli bir dönemeçtedir ve sistemin temel kurumları çözülmektedir. Bu gelişmeler "darbe" referans alınarak değerlendirilemez. 12 Eylül çok önemlidir, belirleyicidir ama bir bütün olarak ve sonrasıyla... Özal'lı yılları çıkararak 12 Eylül'le hesaplaşılamaz. Oysa Özal Türk ve Kürt liberallerinin gönlüne çoktan girmiştir. Demirel'li yılları unutarak 12 Eylül açıklanamaz. Oysa liberallerimiz zamanında ona da fit olmuşlardır.

12 Eylül'se bunların hepsidir ve bugün de sürmektedir...

28 yıl geçti. 28 yıl boyunca hep emekçiler kaybetti! Neden acaba? Neden hep gıdım gıdım "demokratikleşen" Türkiye'de gerileyen işçi sınıfı oldu? İşçi sınıfı örgütsüz de ondan!
Doğru ama bu yanıt süreci anlamaya yetmemekte. İşçi sınıfı, açık konuşmak gerekirse, 12 Eylül 1980 saat 04.00'da örgütsüzdü. Gerçek şudur ki, burjuvazi aradan geçen sürede çok mevzi elde etti ve "değişim"i hep kendi lehine zorladı.

Şimdiki patronlarımızın sınıfsal aidiyet ve bilinçleri 30 yıl öncesinin Halit Narin'inden, Mehmet Yazar'ından daha az değildir, iştah ve hırsları da. Ve istedikleri yine, kendi sınıfsal çıkarları için, yeni bir atılımdır. Daha azına razı olmazlar...

Bu atılımın parçası olmak isteyen buyursun... Uzlaşma, demokrasi... Alsınlar yerlerini Anayasa Konvansiyonu'nda, sol tarafa oturmayı da ihmal etmesinler sakın. Mutlaka "içine girip tartışmak gerek" diyecek, "bu iş emperyalizmin, sermayenin ekmeğine yağ sürüyor" uyarısını yapan bizleri 12 Eylülcülükle suçlayacaklar.

Önemi yok...

Görüldüğü gibi sermaye sınıfımız AKP'nin kapatılmasından sonraki sürece hakim olmaya karar vermiş durumda. Asker/sivil bürokrasi AKP'ye dönük bu hamleyle yetinecek ve kendisini çağın gereklerine uyduracak. AKP kapanmayı içine sindirecek ama misyonuna sıkı sıkı sarılacak. Patronlarımız ise "akıl tutulması"yla suçladığı her iki kesimin tutkalı olacak.

Büyük uzlaşı bu... Deneyecekleri açık da, tutacağı şüpheli...

Kişiliksiz ve Amerikancı laik bürokrasiyi ılımlılaştırılmış AKP'ye ya da onun devamı olacak partiye yanaştırdınız... Araya soldan ve sağdan figüranlar çaktınız. Çözülme süreci duracak mı, hızlanacak mı? Merkeze toplamaya kalktığınız siyasetin toplum üzerindeki etkisi artacak mı, tamamen bitecek mi? Kim bilir?..

Güven ve huzur aranan batıda emperyalizm kendi huzurunu bölgesel istikrarsızlıklarla korumaya çalışmıyor mu? Büyük uzlaşıyı desteklerken Vaşington, Berlin, Paris, Londra neyi gözetecek? Büyüyen Türkiye'yi mi? Geçiniz...

Son olarak ve en önemlisi... Türkiye işçi sınıfı büyük uzlaşının neresinde kalacak?

İş yok, aş yok, emeklilik yok, güvenlik yok, eğitim yok, sağlık yok...

Yok oğlu yok ama uzlaşı var!

28 yıl dediysek... Abartmanın gereği yok!

20.06.2008