"Grev" sözcüğünden korkan sendikacı

TEKEL işçileri “genel grev” istiyor. Bunun etkili olacağını bildiklerinden... Bir de, “üzerimizdeki yükü biraz olsun paylaşın” demiş oluyorlar.

Haftalardır Türk-İş Genel Merkezi’ne bu taleplerini iletiyor, bu taleplerinin gerekçesini kendilerini ziyarete gelenlere ve fırsat buldukça Ankaralılara anlatıyorlar.

Aslında bundan daha açık ne olabilir ki?

Bir buçuk aylık direniş karşısında hükümetin kılı kıpırdamıyor. Bu işin bu kadar büyümesinden rahatsız ama emekçi karşısında geri adım atmış duruma düşmek istemiyor.

TEKEL işçisi ise buraya kadar getirdiği kararlılığını somut bir kazanıma bağlamak zorunda. “Öbür türlü eve nasıl döner, çocuklarımızın yüzüne nasıl bakarız”, bu zorunluluğun tek açıklaması değil belki ama en yürekten, en bileyici ifadesi.

Bu durumda işçi sınıfının “birlik”ten doğan gücünü harekete geçirmek gerekiyor. İşçinin aklına haklı olarak bu geliyor. Meşruiyeti daraltıcı, hükümetin elini rahatlatan sözde “radikal” eylemler emekçinin kafasına yatmıyor, daha doğrusu düşmüyor.

Bugün TEKEL direnişinin vesile olacağı bir “genel grev”in toplumsal meşruiyeti başka hiçbir “genel grev” çağrısına nasip olmamıştır. Ve bu eylem, siyasi içerik itibariyle alabildiğine radikaldir, bugün geri adım atmayan siyasi iktidarın toplu bir eylemle sarsılma olasılığı bile tek başına bir radikallik göstergesidir.

Türk-İş Genel Başkanı’nı hep bareber dinledik. Kumlu “genel grevin koşulları farklı” demiş. Sendikacısın sen, yahu fizik laboratuarında çalışan bir uzman değil! Bu kadar “soğuk”, bu kadar “temsil ettiğin” sınıfsal güce uzak bir açıklama nasıl yaparsın?

Yaparsın, çünkü herkesin bildiği gibi, AKP ile varılan bir anlaşma sonucu o koltuktasın. AKP’yi sarsacak bir eylem senin de konumunu sarsacak.

Durum budur.

Şimdi Erdoğan’la Kumlu’nun yapacağı görüşme bekleniyor. Tayyip Erdoğan, “TEKEL işçisiyle görüşebilirim” demişti.

Türk-İş Genel Başkanı TEKEL işçisi midir? Değildir.

Türk-İş Genel başkanı TEKEL işçisini temsil vasfını yitirmiş midir? Yitirmiştir.

Başbakan’ın konuşmasında en küçük bir geri adım atma eğilimi ortaya çıkmış mıdır? Çıkmamıştır.

Başbakan “görüşebilirim” dediğinde işin asıl muhatabı TEKEL işçileri soğukkanlılıklarını ve kararlılıklarını korurken Türk-İş yönetiminin “sevinmesi” ayıp mıdır? Ayıptır.

Konfederasyonların dün yaptığı toplantıda DİSK ve KESK’in kararlı bir tutum aldığı, hatta genel grev için 29 Ocak tarihini önerdikleri anlaşılıyor. Ancak Türk-İş bu işin Erdoğan’la kapalı kapılar ardında yapılacak görüşmelerle çözülmesi, daha doğrusu sönümlenmesi konusunda kararlı.

Görüşmeden sonra Kumlu’dan şu açıklamayı dinleyeceğiz: “Sayın Başbakan’la son derece yapıcı ve samimi bir görüşme gerçekleştirdik. Gönül arzu ederdi ki, bu diyalog kapısı daha önceden açılsın ve TEKEL işçisi bu kışta, ailelerinden uzakta mağdur olmasın. Ama yine de başlayan süreçten umutluyum, işçi kardeşlerime sesleniyorum, tahriklere kapılmayın, bir anlaşma için hükümetle görüşmelerimiz sürecek, sonuç almamızı sabırla bekleyin. ”

O halde...

Başbakan Erdoğan’la görüşmeye TEKEL işçilerinin seçtiği bir komite gitmelidir. Zaten Başbakan da “TEKEL işçisiyle görüşebilirim” demiştir. Kumlu’nun Erdoğan’la yapacağı bir anlaşmanın TEKEL işçisini bağlamayacağı açıktır. Türk-İş Genel Başkanı bu görüşmede ancak Erdoğan’ın danışmanı olarak bulunabilir.

Genel grev çağrısı güçlendirilmeli, bu konudaki baskı artırılmalıdır.

Daha şimdiden 3 Şubat’la ilgili hazırlıklara başlanmalıdır.

Bunlar ilk akla gelenler.

Bir de trajik bir durum var elbette... Trajik ama sınıf mücadelesinin mantığı açısından son derece öğretici.

Türk-Metal yıllarca Türkiye işçi sınıfı hareketine kök söktüren, patron yanlısı bir sendikaydı. Düzen cephesindeki çalkantılar sırasında bir dizi nedenle bu sendikanın “yıllanmış” başkanı Özbek hükümete karşı saf tuttu, Ergenekon davasına dahil edildi, başkanlığı bir başka arkadaşına devretmek durumunda kaldı. Türk-Metal, hükümeti devirmeyi hedefleyen bir komplocu örgütlenmenin parçası olmakla itham ediliyordu.
Şimdi aynı sendikanın yönetimi, hükümetin TEKEL işçileri karşısında en büyük güvencelerindendir.

İşte bu nedenle belirleyici olan sınıfsal çelişkilerdir diyoruz, yıllardır.