Gericilik karşısında utanmamayı öğrenmek

Cumhuriyet Halk Partisi kurultayı yaklaşırken iki aday, Kılıçdaroğlu ve İnce mesaj vermeye devam ediyor. Mevcut Genel Başkan, dindarları kapsamalıyız demekte bir kez daha… Kim itiraz edebilir ki? Bir siyasi parti insanları inananlar ve inanmayanlar diye tasnif edemez. Ama bir siyasi partinin lideri neden böyle bir laf eder ki? Yeni de değil, partinin başına geçtikten sonra neredeyse her fırsatta bunu söylemekte. Kapsayın, dışlamayın, dükkan sizin kardeşim!

Beri yandan Muharrem İnce CHP’nin laik damarlarından söz ettikten sonra “gerekiyorsa türbanlı bir milletvekili sokabilmeliyiz Meclis’e” diye konuşmuş son röportajlarından birinde. Niye ihtiyaç duyuyor, niye mesele ikidebir buraya geliyor, yine anlaşılmıyor.

Bir açıklaması var elbette… İlla “yenildik” denecek, “başka bir şey yapmalıyız”… Dün de yazdım, önce sosyalizmi bitirdiler, sonra laikliği, bağımsızlıkçılığı, artık ne varsa.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin sosyalizmle bir ilgisi yok ama toplumun sosyalizm dahil, aydınlanmacılık, yurtseverlik gibi referansları önemseyen kesimiyle geleneksel bağları var. “Yeni CHP”, bu bağların kopmasına izin vermeden, söz konusu referansların zayıflatılması, hatta ortadan kaldırılması projesidir.

Daha kapsamlı bir operasyonun parçası olarak…

CHP’de başlayıp, bitmiyor.

İdeolojiler akışkandır, güçlü kaynaklardan besleniyorsa bir ideolojik müdahale toplumun hemen her noktasına ulaşır, nüfuz eder. Farklı sonuçlar yaratsa da…

Haziran Direnişi’ne, güçlü bir ideolojik karşı atağın eşlik etmemesinin bedelini ödüyoruz. Bağrından yeni kuvvetler çıkarmış bir halkın ayağa kalkarken “eski” ve “bitti” denen bazı değerlere sarılması düzen cephesinin bütünü için dehşet vericiydi. 2013 yılında Gezi’de harekete turkuaz renk hâkim kılınsaydı, bugün Türkiye’deki siyasi tablo kuşkusuz farklı olacaktı. Denediler, beceremediler. Şimdi hep beraber önlem alıyorlar, bütün aktörleri bu sürece boyun eğmeye zorluyorlar. Yol aldıklarını kabul etmek durumundayız.

İdeolojik müdahaleler, toplumun bütününü ilgilendirir, dolayısıyla düzen siyaseti ile düzen dışı olanı birbirinden kolay ayıramazsınız. Bırakın CHP’yi AKP, MHP gibi partilerin temsil ettiği toplumsallıklara dönük ideolojik girdiler de solu etkiler.

Türkiye’de bugün toplumun diri kesimlerine 20. yüzyılda sosyalizme sığınan, sığınmak zorunda kalan, ayakta kalmasını sosyalizme borçlu olan ideolojik değerlerleri “terk edin” çağrısı yapılmakta. AKP bu değerlerin üzerinde tepinmeyi hedeflerken, “sol için”de yürütülen operasyonla bu değerler liberal paradigmanın içine yerleştirip başkalaştırılmaya çalışılıyor.

Çok bilinen bir taktikle… Gerçekleri ters yüz ederek…

Örneğin şuna inanmamızı istiyorlar: Gericiliğin yükselişinin nedeni, laiklik adına yapılan yanlışlardır!

Hayır efendim. Laiklik adına yanlışlık yapılmadı, laiklik burjuva sınıfının elinde çürüdü, çünkü kapitalizm gericileşme, sınırsız bir gericileşme olmadan yapamazdı. AKP’nin yükselişinin itici gücü, orta sınıftan itici kemalist kadınların türbanlıları hor görmesi, saçma sapan işler yapması değildir. AKP, her şeyden önce sermaye düzeninin, emperyalizmin ihtiyaçlarıyla Türkiye’deki gerici birikimin buluşmasının ürünüdür. Eğer, hâlâ Türkiye’de dinselleşmenin üniversitelerde “ikna odaları”nı icat eden zihniyete duyulan tepkiden kaynaklandığını düşünen varsa, gerçekten ahmaktır.

Gericilik saldırıyor… Gericilik liberallerin açtığı kanallardan saldırıyor üstelik. Gericilik saldırırken günde beş kez “biz de dindarları çok ittik” diye sayıklamak gerçeği ters yüz edip, gericiliğe meşruiyet sağlamaktır.

Türkiye, solun dindarları çok itmesinden değil, solun sürekli “biz halktan koptuk” diye tekrarlayacak noktaya getirilmesinden dolayı gericileşiyor.

Zaten Haziran’da sokağa çıkanlar uzaylıydı!

Bir yandan “özgürlük” filan diyeceksiniz, sonra da gericileşen Türkiye’yi reddeden milyonları küçümseyecek, “asıl halk öbür tarafta” diyeceksiniz.

Birkaç ay önce soldan bir yazar Türkiye’de gerçek devrimci enerjinin AKP tabanında olduğunu ileri sürmüş, o tabanı Fransız Devrimi’ni var eden baldırı çıplaklara benzetmişti. Aynı yazar geçenlerde “şimdi sosyalizm zamanı değil, laik ve bağımsız bir ülke mücadelesi veriliyor” diye yazıyordu! Bu akıl karışıklığı, yalnızca özensizlik ya da başka öznel sıkıntılardan kaynaklanmıyor, aynı zamanda üzerimizdeki ideolojik baskının artmasının ürünü.

Bu baskı kırılır.

Zerre meşruiyeti olmayan bir cumhurbaşkanlığı seçimini meşruiyeti zaten sıfır birinin kazanmasından sonra, daha önce savunduğumuz “boykot” tercihinden dolayı utanmamayı öğrenirsek, bu baskıyı kırarız.

Cumhurbaşkanlığı seçimine sahicilik hissi kazandıran bir başka adayın oylarını artırmasını kendi başına “umut verici gelişme” olarak değerlendirmenin ne kadar saçma olduğunu anlarsak, bu baskıyı kırarız.

Ruşen Çakır’ın “ey Türkiye solu, gördünüz mü, bir halt olamadınız ama Kürt siyaset nasıl da serpilip gelişti” çıkışını fazla ciddiye almazsak, bu baskıyı kırarız.

Her dönemeçte, gericiliğin her ileri hamlesinde bildiğimiz doğruları, geçmişimizi, stratejimizi, sosyalizm ısrarımızı sorgulamaya kalkmazsak, bu baskıyı kırarız.