Gericilik bu ülkenin son şansıdır

“Bunun acısızı yok mu” sorusuna felsefi değil de siyasi yanıt maalesef, “maalesef”tir! İnsanlık, dürtüklenmeden ayağa kalkmıyor. Sömürü düzeni, kuşatmasını iyice daraltıp boğulma hissi verinceye kadar, bir huzur kaynağı bile olabiliyor büyük çoğunluk nezdinde. Kurtuluş için illa baskının ölçüsüzü, zalimin feriştahı, diktatörün belalısı, sömürünün katmerlisi gerekmese de, “mutlu” bir halkın çoklukla itaatkar olduğunu unutmamak gerekiyor.

Sakallının biri, ama en sıra dışı ve derin olanı, bundan bir buçuk asır kadar önce “din halkın afyonudur” demişti. Öyle midir, değil midir, tartışılabilir elbette ama bu ülkede sakallının peşinden gittiğini iddia eden birçok münevver kişi “efendim bu söz, bir olumlamayı içerir, anlamamışsınız” diye saçmaladıysa örneğin, ya canları yeterince acımadığından ya da bizzat kendileri  halk düşmanı olduklarındandır.

Şimdi değiştiler mi, emin değilim. Liberaller, özellikle de solcuları, halkın afyon tedarikçisidir. Gericileşmenin, herkesin savunması gereken inanç ve ibadet özgürlüğü ile bir ilgisi olmadığı gerçeğinin gizlenmesine en çok onlar yardımcı oldu. Tıpkı “seçilmişlerin dokunulmazlığı”  zırvalığının bu ülkeye en “özgürlükçü” kural olarak dayatılmasında olduğu gibi…  

Sıkıntıları ne?

Artık açık konuşmak gerekiyor, toplumsal eşitsizliklerin kaynağının kurutulmasını istemiyorlar; sosyalizmden nefret ediyorlar.

Şimdi paniklemiş durumdalar çünkü insanlara “büyük devrimci” diye kakaladıkları diktatör zıvanadan çıktı, toplumun gırtlağına sarılmış, sıktıkça sıkıyor.

“Yetiş uygar dünya, yetiş…” 

Yetişemez, uygar filan da değil üstelik, kafasını krizden kaldıramıyor, kurulu düzeni nasıl sürdüreceğinin derdinde. Her tarafından faşizm, ırkçılık, savaş ve gericilik dökülüyor. İnsansız hava aracı ile akılsız insan üretimi birbirine paralel giderken diktatörümüzün maceraları elbette ilgilerini çekmekte. Biz “hiç boyun eğer mi insan” dedikçe, onlar “daha ne kadarını kabullenir insan” diye sormakta. Çünkü bu soru onlar için yaşamsal. Daha ne kadar sömürü, ne kadar baskı, ne kadar cehalet, ne kadar aptallık kaldırır insanoğlu?

Türkiye, artık Osmanlı mı demeliyiz, bir laboratuvar onlar için.

“Yeter” diyebilirler diktatöre kuşkusuz. Yetişmek için değil imdadına insanlığın. Çıkarlarına zarar verdiğini düşünebilirler. Çok yazdık, nedenini, niçinini…

Ancak konumuz diktatör değil, halk!

Bir eliyle IŞİD’ci avına çıkan, öbür eliyle de onlara “akıl”, silah ve para veren bir “uygar dünya”, diktatörün ellerini ancak boyunumuza kölelik halkasını geçirmek için gevşetir.

Sermaye için de aynısıdır, “uygar” denen dünya zaten sermayenin dünyasıdır. Çok basit, diktatör ayakta başka türlü kalamaz; sermaye sınıfına sen sömürmene bak, benim işime karışma diyor, karışanın canını acıtıyor, karışmayanı ihya ediyor!

Emekçinin ise canı acımıyor, canı çıkıyor. Arada fark var. Hem de çok büyük bir fark. Sınıf farkı!

İnsansız hava aracı, akılsız insan!

Bağlantı açık. Sömürülmeyi, canının çıkmasını kabullenen insan istiyorlar. Gericilik buna yarıyor.

Kabullenenler… Sayıları, oranları ne olursa olsun, saygıyı filan hak etmiyorlar. Geçiniz.

Mesele, bağlantıyı fark edip de, henüz kabullenmeyenlerde…

Milyonlar “yetiş, uygar dünya yetiş”in karşılıksız kalmasını şaşkınlıkla izliyorlar. Kurulu düzenin yerli sahiplerinden de ses yok.

Ne olacak?

İslamofaşist, Osmanlı özentisi bir diktatörlük peydahlandı. “Sen sömürmene bak”la, “sen sömürülmene bak” arasındaki farkı görenler, en azından hissedenler karar verecek.

Devam et diktatör devam et! Buraya kadarkini kabullenen bir toplumdan artık hayır gelmez, kabul görmeyecek noktaya kadar devam et! Bak sayende, memlekette dinselleşmeye “yapay gündem” diyen akılsızların sayısı azaldı, en azından susmayı öğrendiler. Senin marifetinle “laiklikten işçi sınıfına ne” bilmişliği yerin dibine geçti. Seküler kültürle alay edenler artık sırıtamıyor. Ve en önemlisi bir diktatör olarak sen her gün ağzını açıp salladıkça, bu ülkedeki sınıf diktatörlüğünün temelleri sallanıyor.

Devam et!