Gerçek müslümanlar olmadı, haydi gerçek ülkücüler görev başına!

İşler karıştıkça kafalar da karışıyor. “Devlet elden gidiyor” diyor bir muhalif aydın. Düne kadar devrimci bir tutumun cilvesi olarak gördüğü “bombalı katliamları” artık yan cebine koyamayacağını anlamaya başlayan “radikal demokrasi” Kürt siyaseti ve siyasi iktidarı halkı nefret söylemi ile karşı karşıya getirmekle suçluyor.

Bu iki örnek bile kafaların yeterince karıştığını gösteriyor. Kafalar karışıyor çünkü meselenin özü ısrarla görülmek istenmiyor.

Ve şimdi karışık kafalarla “Başkanlık” hamlesine yanıt üretilmeye çalışıyor. Meselenin özüne geleceğim ama önce kafa karışıklığının hem boyutlarına hem sonuçlarına daha yakından bakalım.

MANSUR BİZİ EKMEL’E GÖTÜR... YA DA DEMİRTAŞ’A

Anlaşıldığı kadarıyla, 2014’te Mansur’la başlayıp sonra Demirtaş’la devam eden “stratejik deha”, bu sefer önümüze “gerçek milliyetçiler”i koyacak. Mansur Yavaş kendisini unutturdu, oysa 2014 yerel seçimlerinde vezir düşürme taktiğinin baş kahramanıydı. Melih devrilecek, Erdoğan altında kalacaktı bu stratejiye göre. Mansur Yavaş MHP’liydi, geniş bir kesim bunun çözüm olduğuna iknaydı, hele bir Gökçek yenilsindi, gerisi çorap söküğü gibi gelecekti.

Gerisi geldi. Cemaat’in arabuluculuğu ve aklı ile ortaya çıkan adaylara Ekmeleddin eklendi. Öyle bir adaydı ki, sanki CHP’nin laik duyarlılığı olan tabanını diğer aday Demirtaş’a ısındırmak gibi bir işlev için icat edilmişti. Mansur başarıya inandırmıştı, bu sefer bu adı bile hatırlanmayan aday kimseyi ikna etmedi, nitekim Erdoğan Cumhurbaşkanlığı koltuğuna, meşruiyeti pekala sorgulanabilecek bir seçim sonrasında oturuverdi. Ancak üç adaylı sandığın bir diğer sonucu daha vardı: CHP tabanı biri MHP’li diğeri HDP’li iki adayı aynı anda tartışmaya başlamıştı.

2015’te Demirtaş liderliğindeki HDP, CHP’li seçmenden hatırı sayılır bir oy alırken bunun bir “proje” olduğunu söyledik diye yemediğimiz hakaret kalmamıştı. Ciddi bir denemeydi bu, CNN başrole soyunmuştu, şimdilerde keskin bir milliyetçi söylemi tercih eden Doğan medyasına bakıp içerleyenler, o zamanlar “eniştem beni neden öptü” sorusunu sormuyor ve hatta soranları hain ilan ediyordu. Tekelci medyanın önde gelen temsilcisinin HDP’nin halkla ilişkiler merkezi gibi çalışmasını solcular bile yadırgamıyor, zafer türküleri söylüyorlardı.

Olmadı, Erdoğan bu projeyi boşa çıkarmayı becerdi. Bu ve benzer projelerin kendisini giderek daha fazla hissettiren belirsizlik koşullarında ek belirsizlikler yaratacak olmasından yararlandı.

Geride kemalistlerle Kürt milliyetçiliğini buluşturmayı cesur ve yaratıcı siyaset sanan ve aslında “radikal demokrat” olarak tanımlanmayı daha çok hak eden bir kısım solcu kaldı. CHP tabanı, Demirtaş’ı da, HDP’yi de unutmuştu.

SOL MUHALEFETİN MHP DERDİ

Şimdi “gerçek MHP’liler” aranıyordu!

Erdoğan Bahçeli’yi esir almıştı, böyle ülkücülük mü olurdu, Türkeş’in kemikleri sızlıyordu vs. vs. vs. Evet, yeni strateji MHP’li muhalifler üzerine kuruluyordu!

MHP Meclis’teki oylamada kaç fire verecek, referanduma gidilirse yüzde kaçlık bir kesim Erdoğan-Bahçeli ittifakına dur diyecek? Türkiye’de muhalefetin temel derdi bu. Seslenme de şöyle: Ey gerçek ülkücüler…

Türkiye’de dinci ve milliyetçi siyasi akımların özellikle 60’ların sonundan itibaren, yükselen solun karşısına bir karşı-devrimci blok olarak çıktığını ve sonrasında geçişken bir taban yarattığını, bu tabanın da emperyalist merkezler ve sermaye sınıfı tarafından açık bir anti-komünist temele yerleştirildiğini görmezden gelip gerçeklere gözlerini kapatanların bugün MHP’yi ihanetle suçluyor olması son derece doğal.

Kafalar karışık.

Bizi CHP yönetiminin kafasının karışıklığı ilgilendirmiyor. Ancak bu kafa karışıklığı toplumda yayılıyor, dahası zaten daralmış olan sola da bulaşıyor. Dün 2015 Haziranı’nda HDP’nin aldığı oya bakarak “işte budur” diyenlerin şimdi Akşener’e sempatiyle baktığını biliyorum.

Erdoğan ise gülüyordur. Aklı cemaatle MHP arasında gidip gelen bir ana muhalefet partisi; küçük dünyaları ile büyük siyaset arasına köprü dikerken helak olan bir sol!

Meselenin özünden uzaklaşıldıkça…

Oysa meselenin özü hiç bu kadar açık, çıplak hale gelmemişti. Kapitalist dünya sistemi çatırdamasa da fena halde sallanıyor. Herkes “tek kutuplu dünyadan çok kutupluya geçiş sancıları”ndan söz ediyor ama işin gerçeği şu ki, kapitalizmin yeni bir dengeye nasıl kavuşacağını kimse bilmiyor.

SALLANAN DÜNYANIN SALLANAN FIRSATÇILARI

ABD hegemonik güç olarak aynı zamanda bu barbarlığı kendi çıkarlarını merkeze koyarak düzene sokuyordu. Şimdi kapitalizmin krizine bir hegemonya boşluğu ekleniyor.

Erdoğan, bu boşluğa oynuyor. Zamanında Türkiye’de sermaye sınıfının yeni bir çıkış arayışı ile başat emperyalist ülkelerin çıkarları AKP’nin ideolojik-siyasal hedefleri ile örtüşmüştü. Bu sacayağı zaman içinde bozuldu, öyle bir noktaya geldi ki, ABD (en azından ABD içindeki güçlü bir odak) Erdoğan’ı devirmek için ardı ardına hamle yapma gereksinimi duydu. Bu hamlelerin boşa çıkmasına kimse şaşırmasın, dünyanın düzeni “bozuldu” bir kere.

Türkiye, bu dağınıklığa Birinci Cumhuriyet’in yıkılıp yerine ikincisinin (İslamcı olanının) kurulmak istendiği ama bunun pek de mümkün olmadığının ortaya çıktığı (2011-2013) bir sırada yakalandı. Emperyalist dünyada hegemonya krizi var, ittifaklar dağılıyor, sistem Çin Halk Cumhuriyeti ve Rusya’yı bir yere koyamıyor, Avrupa Birliği 1945 sonrasında ilk kez bu çapta bir pusulasızlığa mahkum oluyor.

Bütün bunlar yaşanırken Erdoğan’la işin özünü ihmal ederek uğraşmak mümkün olmaktan çıkıyor!

Erdoğan, kendisini ilk fırsatta bir kaşık suda boğacak patronlar için dahi bu dağılma anında bir istikrar çapasıdır. İstikrar arayışı, toplumun seçeneksiz bırakılmış büyük çoğunluğu için de biricik tutamak noktasıdır.

Yunanistan burjuvazisi bu dağılma anını nasıl istikrara solu paralize edecek bir siyasi aktöre, Çipras’a sarılarak karşılıyorsa, Türkiye’de de birkaç koşul üst üste gelinceye kadar Erdoğan’a duacı bir sermaye sınıfı var.

Kapitalizmi sorgulamadan, düzen değişikliği talebini merkeze koymadan alınan her Erdoğan karşıtı pozisyon onu daha da güçlendiriyor. Açık konuşmak gerekiyor, bu düzen değişmeyecekse ve mesele huzur-güven-istikrar gibi her tarafı dökülen kavramlar etrafında bir arayışa indirgenecekse, ben de derim ki Erdoğan değişmesin! Daha kötü olur. Üç metrelik asfaltı ancak otuz denemede dökebilen bir ekibin elinde Türkiye kapitalizmi üç günde daha derin bir uçurumun eşiğine gelir!

Kapitalizm sarsılıyor ve derin çatlakların ortaya çıkması yakındır. Herkes buna hazırlanıyor. Putin, yanı başında İslamcı hülyaları olan Erdoğan’ın büyük bir badireyi atlatmasına neden izin verdi sanıyorsunuz? O da uzun vadeli değil, kısa erimli plan yapabiliyor ancak. Güçlenen Erdoğan’ın Rusya ve onun hinterlandındaki Müslüman nüfusu etkileyeceğini elbette bilir. Bu anlamda Yalçın Küçük, “Rusya laik bir Türkiye’yi tercih eder” derken haklıdır ama dünya şu sıralar ancak kısa erimli hesaplarla dönüyor. Putin ABD’nin bu bölgede istediği gibi iktidarları devirmesine göz yummayacağını üç kez gösterdi ve bütün maliyeti göze aldı. Ukrayna’da yönetim değişti ama Ukrayna artık bir devlet bile değil! Suriye’de Esad’ın yanında tavır aldı. Son olarak Erdoğan’ı ABD’ye karşı korudu. Onun dinciliği sonraki mesele!

Ne diyorduk, çölde susuz kalan biri karşısına çıkan su birikintisinin hijyenliğini sorgulamaz. Kapitalizm kendi yarattığı çölde yol bulmaya çalışıyor.

Bu bugünün politikası.

SAÇMA İKİLEMLER, YANLIŞ POLİTİKALAR

Yarın?

Bir dediği bir dediğini tutmayan politikacı, ilkelerle değil uyuşturulmuş kitlelerle siyaset yapan bir lider dağılma anlarında egemen sınıf için bir tercih nedenidir.

Hele hele ana muhalefet hem ilkesiz hem beceriksizken!

Burada tek sorun, dünya sistemi dağılırken, her gün ama her gün yeniden plan yapmak zorunda olan Erdoğan’ın kendi “kurtuluş” mücadelesi ile Türkiye kapitalizminin beka arayışının uyumunu sağlamasındaki zorluklar!

Unutmayalım, dağılan dünya sistemi aynı zamanda dostluklarla düşmanlıklar arasındaki geçişleri de hızlandırdı. İçerideki kitleyi uyuşturmak için sürekli düşman üretmek zorunda olan Erdoğan’ın üzerine her geçen gün daha çok salvo atışı yapılacak.

Bu salvolardan mı Erdoğan’dan yana mı olacaksınız?

İşte bugünkü çaresizliğin nedeni bu sorunun kendisinin reddedilmemiş olmasıdır.

Çaresizlik kurulu düzenin çaresizliğidir. Bunun parçası olmak zorunda değilsiniz.