Geçmiş olsun!

2013’ün Haziran günlerinden bugüne Türkiye komünist hareketine karşı sürdürülen düşünsel terör şiddetini kaybetmişe benziyor. Geçicidir, toparlanıp yine saldırmayı deneyeceklerdir. Büyük fırsatı kaçırdılar, gayri şansları yok.

“Flamasız, bayraksız, partisiz”di Gezi’deki formülasyonu bu saldırının. Tutmadı, park forumlarını fetişleştirerek gerçek örgütlenme ve siyaset zeminini parçalamayı denediler. Dört kez sandık kurulan 2014 ve 2015’te “tatava yapma bas geç”le başlandı, Selo Başkan’la devam edildi, “Meclise”yle, “İnadına”yla tamamlandı.

İş o hale geldi ki, komünistler bu ülkede bir kez daha “bayrak gösterme” noktasına kadar geriye çekilmek zorunda kaldılar.

Şimdi o noktanın önemi daha iyi anlaşılıyor.

Saldırının ardından, bereketli Türkiye toprağı, üzerini silkeleyip ayağa kalkanlara tanık oluyor. Sayıları çok az belki ama ayağa kalktıkları için dikkat çekiyor, kendilerini izleyenlere güç ve heyecan aşılıyorlar. Ve görüyorlar ki, o bayrak orda dikilidir, düşmemiştir. Onlar adına, onlar için…

Kimdir bu ayağa kalkanlar?

Ayağa kalkanlar ilkesizlikten, teslimiyetten bıkan, düzen içi dengelere oynayan solculuğa kafası yatmayanlardır.

Ayağa kalkanlar sermayenin refah, özgürlük ve çözüm palavralarından midesi bulananlardır.

Ayağa kalkanlar “ben işçiyim, bu düzenle işim olmaz” diyenlerdir.

Ayağa kalkanlar onurlu-yurtsever aydınlar, kafası dik gençler, boyun eğmeyen kadınlardır.

Ayağa kalkanlar “bizi ne hale düşürdüler” diye sorgulayan Alevi emekçiler, AKP’yi nereye koyacağını bilemeyen politikalardan usanan Kürt devrimcilerdir.

Sayıları azdır, sayıları çoğalmaktadır, sayıları hızla çoğalmanın eşiğindedir.

Velhasıl, sosyalist düşünce ve eylem, bu ülke tarihinde kendisine karşı girişilen en ağır saldırılardan birini atlatmıştır. Herkese geçmiş olsun.

Sosyalizmin bu topraklardan tasfiyesini umanlara da geçmiş olsun! Bir daha komünist hareketi bu noktaya geriletme şansı bulamayacaklar. “Her inişin bir çıkışı vardır” bir sürücü deyişidir; siyasetteyse bu geçerli değildir. Siyasette iniş ve çıkışların toplamı sıfır etmez, onları sıraya koymak da mümkün değildir. Ama bilinmelidir ki, sosyalizm mücadelesi bir daha 2014 yılındaki irtifa kaybını yaşamayacak.

Ellerinde antikomünizm adına ne varsa, bu iki yıl boyunca onları tepe tepe kullandılar. Devam edecekler, düzenin solunu cilalamaya, sahte umutlar yaratmaya… İnandırıcılık sorunları giderek katmerleşecek. Emperyalizmi ve gericiliği az biraz sorgulamayı, kamu çıkarlarını bir nebze olsun düşünmeyi unuttular, tersine emperyalizmle, gericilikle, piyasayla özgürlük geleceğini vaaz ettiler. Düzenin sol kanadı kırılmaya hazır, beklemektedir.

Düzen sağıylaysa işimiz daha kolaydır. Oradan gelecek her türlü hamleye alışkındır devrimci sol. Sağın özgürlük-demokrasi türküleriyle saldırabildiğini AKP sayesinde gördük; artık buna da şerbetliyiz.

Bütün bu yaşananlar Türkiye toplumunun büyük bölümünü çökertmiş ama kimi kesimlere bağışıklık kazandırmış, ülke sathına savaşçı antikorlar serpiştirmiştir. Örgütlü komünistler bunların sayısını azımsama hatasına düşmemelidir. Son tahlilde “yaygın örgütsüzlük”, örgütlü günahların eseridir. Komünist hareketin bir daha “bayrak göstermek”le yetinmemesi için ayağa kalkanlar ciddiye alınmalı, önemsenmeli ve yalnızlıktan kurtarılmalıdır.

Onların yalnızlığı, komünist partinin de yalnızlığıdır.

Bu yalnızlık kırılırken bilinmesi gerekenler vardır:

Yalnızlık, aynı zamanda dilde tutukluk demektir. Örgütle örgütsüzlük örgütlülükte buluşacaksa ortak bir dile kavuşmak durumundadırlar. Örgütlü komünistlerin dili inadın, derin düşüncenin, yaratıcılığın, bilimin, sanatın dilidir. Bu anlamda korunmalıdır. Ama bu dil aynı zamanda tutuk, anlaşılmaz ve etkisizdir. Bu açıdan değişmelidir. Komünistler çift kişilikli olmadıkları gibi, çift dilli de olamazlar. Ancak komünistler aynı dili daha etkili, yalın ve anlaşılır kullanmayı pekâlâ öğrenebilirler. İşte fırsat… Bugün ayağa kalkan örgütsüzlerin örgütlülere yardım edebileceği konulardan biri tam da budur. Yardım edebilirler çünkü onlar da bir bakıma yalnızdır.

Ama öğretecekleri çok şey vardır çünkü onlar henüz yerde kımıldamayanlara daha yakınlardır.

Yalnızlığa özlem duyulmamalıdır. Komünist hareket saldırıları kuru kalabalıklara direnerek püskürttüyse, bunu örgütlü halkın gücüne inanarak yaptı. Örgütlü bir halk, aynı zamanda bağrında öncü örgütü yaşatan bir halktır. “Kitlelerle suda balık” alerjisi, çoğalma isteğini köreltmemeli, komünist parti içini ve dışını genişletmelidir. Bugün ayağa kalkanlarla bütünleşmeyi beceremeyen bir siyasi öznenin halktan, emekçiden söz etmeye hakkı olmayacaktır.

Komünist hareket dip noktasından çıkarken, tek tek bütün komünistler kendilerini yeniden kurmak, “sonuna kadar direnme”nin her daim geçerli yanlarıyla, farklı koşullarda ayak bağı olabilecek yönlerini ayrıştırmak durumundadır. Kendini kasarak savunma pozisyonu, öngörülenden daha önce terk edilmek zorunda kalınmıştır. Bu bir karar ya da tercih konusu değildir. Kol kola girerek daha fazla fire vermeyi engellediğimiz bir dönemden daha fazla kişinin elini tuttuğumuz, ayağa kalkanlarla buluştuğumuz bir döneme geçiyoruz. Ama unutmayalım, büzüşerek görünmez kıldığımız her türlü boşluk ve zaaf kişisel ve de kolektif düzeyde görünür hale gelecek. Bunlardan derhal kurtulmalıyız.

Yalnızlaşırken, doğruda durmanın, direnmenin, inat etmenin hazzını yaşadığımız doğrudur. Yalnızlığı benimsediğimizden değil. “Yalnız, tek başına kalabiliriz ama bizi tecrit edemezsiniz” diyerek meydan okurken, bugüne işaret ediyorduk. Şimdi “ben de ayağa kalktım, boyun eğmedim” özgüveniyle komünist partinin kapısını çalanların tamamı bir yandan ülkenin-toplumun hali için derin bir acı çeken, bir yandan da sözünü ettiğimiz hazzı paylaşanlardır. İşte özen gösterilmesi, üzerinde durulması gereken bir diğer meselemiz de budur: Parti insanları dönüştürür, öğretir, eğitir ama bundan böyle onlara “yalnız”lıklarını paylaşacakları bir ortam sunamaz.

Buna gerek yok. Çünkü saldırıyı püskürten yalnız partinin kendisi değil, ayağa kalkan ve kalkacak olan herkestir. Ayağa kalkanları içeriye çekmeyeceğiz, buna ihtiyacımız yok. Hep birlikte dışarıya!

Ve son olarak iyi olan ve mutlaka değerlendirilmesi gereken nedir biliyor musunuz?

Ayağa kalkanlar “solda birlik” değil “solda dirlik” demekte; ittifak, işbirliği değil tutarlı ve kararlı politikalar istemekte; bir dahaki seçime değil örgütlü mücadeleye randevu kesmekte.

Bu sağlık işaretidir. “Bir daha aynı noktaya gerilemeyeceğiz” iddiasının garantisidir. Bugün sokakta, işyerinde, mahallede karşımıza çıkıp ellerini uzatanlar zaten solun birlik vs. adına sisteme bağlanmasına kafa tutan, buna ikna olmayan, başka bir çıkış arayanlardır. Parti bu arayışa asla ihanet etmeyecek, kendisini bataklığa çekecek adımlardan kaçınacaktır.


Bu yazı Boyun Eğme'nin 7. sayısında yayınlanmıştır.