Faşizmi Tartışıyoruz

AKP'nin "tam saha pres" yaptığını daha önce yazmıştım. Konu yalnızca TSK ile olan ilişkiler için geçerli değil. Hatta bence bugünkü sürecin ana konusu AKP-TSK gerilimi de değil. AKP, kendisine yüklenen ve üstlendiği misyonları yerine getirirken askeri kullanıyor, o kadar. TSK'nın Amerikancı bir projeye direnç oluşturamayacağı, oluşturmayacağı açıktı. Ama AKP özellikle orduyu merkeze koyan bir gerilim yaratarak, hem onun sistem içi ağırlığını azaltmayı hem de "erken" bazı gerilimlerden kaçınmayı becerdi.

"Erken" bazı gerilimlerden kasıt, öncelikle sol ve halktır. Solun herhangi bir toplumsal ağırlığı olmasa da, solun her zaman halkçı, emekçi karakterli, gözünü kitlelere diken bir aktör olması AKP tarafından hesaba katılmıştır.

AKP politikalarının halk düşmanı ve sola karşı olan özü, egemen sınıf ve kurumlar arasındaki gerilim olmasaydı, bugün çok daha geniş bir kesim tarafından algılanacaktı. Oysa AKP solu bir süre paralize etmeye ama daha önemlisi "halkçı" bir görüntü verme açısından tekel durumunu korumaya kararlıydı.

Neden mi?

Kürt sorununda başka türlü istediği doğrultuda ilerleyemez, Avrupa ile ilişkilerinde ister istemez canı sıkılırdı.

Ve her şeyden önemlisi, şu anda "TSK'nın geriletilmesi" diye yansıtılan süreç, "faşizmin yerleşmesi" olarak algılanırdı.

Faşizmin yerleşik, değişmez bir tanımı hiçbir zaman olmadı. Dahası, faşizmin bir kavram olarak bilimsel derinliğinin çok ötesine geçen bir siyasal etkisi olduğu unutulmamalı. Bunu büyük ölçüde faşizmin hem silah gücünü hem itibarını yerle bir eden Sovyetler Birliği'ne borçluyuz. Faşizm başat bir siyasi akım olmaktan bir hakarete dönüştü kimse "ben faşistim" demiyor. Özetle, bir siyasi akıma "faşist" demek, eğer büsbütün desteksiz atmıyorsanız, peşin peşin etkili oluyor.

Peki bu dönemin uygulamalarıyla "faşizm" arasında nasıl bir ilişki kurulabilir?

Şimdiye kadar ciddiye alınması gereken çok şey söylendi, yazıldı. Ben bugün bir başka noktadan yakalamaya çalışacağım. AKP'nin emek düşmanlığı, anti-komünizmi, gericiliği bir yana... Bunların genel geçer özellikler olduğu söylenebilir. Doğrudur. Ama bütün bunlara "toptancı" işletim sistemi eklendiğinde iş değişiyor. AKP iktidarı, ekonomi-politika ilişkisini kurumsal, yasal, ideolojik, kültürel bütün boyutlarıyla geçmişteki faşist diktatörlükler dönemindekine benzer bir bütünlükle kuruyor.

Somut konuşmak gerekirse, AKP için "kadrolaşma" filanca bakanlıkta yandaşlarını ihya etmekten çok, belli bir kadronun aynı anda hem siyasi, hem ekonomik güç sahibi olması için gerekli her tür hukuki ve örgütsel düzenlemeyi yapmak anlamına geliyor. Bundan daha önemlisi sermaye düzeninin belli kurumlara dağıttığı rol ve görevler eksiksiz bir biçimde cemaatle AKP arasındaki bir koalisyon tarafından paylaşılıyor. Burada artık açık bir hiyerarşiden söz etmek mümkün. Çünkü geleneksel olarak sermaye devleti bu hiyerarşiyi büyük ölçüde ekonomik güç üzerinden ve belli dolayımlarla kurarken, AKP düzenin bütün temel kurumlarını kendisine bağlı bir merkezin altında konumlandırıyor.

Konuyu TÜSİAD sermayesi ile Anadolu sermayesi arasındaki gerilimden ibaret saymak büyük bir yanlış olacaktır. Türkiye'de bugün sermaye düzeninin iç hiyerarşisi "ekonomik güç"ten çok daha farklı etmenlerce belirlenmektedir. Bu büyük sermayenin iktidarını ortadan kaldırmamaktadır ama belli bir süreliğine sistemin günlük işleyişindeki ağırlığının sınırlanması anlamına gelmektedir.

Düne kadar Türkiye'de adı sanı duyulmamış bir orta düzey bürokratın bugün Türkiye'nin önemli meselelerinde Mustafa Koç ya da Güler Sabancı'dan daha çok etkili olması, AKP'nin herhangi bir siyasi partinin çok ötesine geçtiğini göstermektedir.

İki büyük aile, Koç ve Sabancı, ülkeyi talan etme, işçileri sömürme özgürlüklerini korumaktadırlar ve hatta bu konuda elleri güçlendirilmektedir ama sistem bir bütün olarak "siyaset"in belirlenimine daha fazla girdiği oranda bu ve benzeri ailelerin etki alanları kısıtlanmaktadır.

Buna sevinmek mi gerek?

Buna sevinmemek için "faşizm" sözcüğünü yardıma çağırmış bulunuyoruz. Çünkü buradan özgürlüklerin çok daha fazla kısıtlandığı bir Türkiye çıkıyor.

Askerin madara edilmesini bir kenara koyun, yani olaylara AKP-TSK gerilimini dışarıda bırakarak bakın, gelişmelerin dehşet verici olduğunu görürsünüz. Türkiye belli bir örgütlenmenin siyasal ve ideolojik tutsağı haline getirilmiş durumdadır.

Bir yıl kadar önce kimilerinde uyanan "oh olsun dokunulmazlığı olan generallere bile dokundular" ruh halinin vatandaş cephesinde "generallere bile dokunan bana ne yapar"a dönüştüğünü söyleyerek, uyarmış, "Türkiye'nin, emekçi kitlelerin çıkarları birtakım adamların yargılanmasından daha önemlidir" demiştim. AKP kendince "vezir düşürerek" halkı kuşatmış durumdadır.

Siz bu kuşatmaya "faşizm" deyip dememekte serbestsiniz elbette. Yeter ki ciddiye alın...