Eyvah, Erdoğan mağdur oldu yine…

Erdoğan ve AKP’nin yükselişini yalnızca mağduriyete bağlayınca işler gerçekten de karışıyor. Evet, bu var. Her fırsatta “bana ihanet edildi”, “zulüm gördük yıllarca”, “haksızlıklara uğradım” diyen, kandırılmayı bile bir tür mağduriyet vesilesi olarak göstermeye çalışan bir iktidarla karşı karşıyayız.

Ancak AKP bundan ibaret mi?  AKP aynı zamanda muktedir olmanın hatta zorbalığın propagandasını yapmamakta mıdır? Zaten toplumumuzun her zaman mağdurların yanında olduğu düşüncesi büyük bir palavradır. Aynı toplum için yeri geldiğinde haklı olarak “güce taptığı” söylenmektedir örneğin.

İşin gerçeği, türdeş bir toplum hiçbir yerde yoktur, dahası toplumsal dinamikleri, ideolojik-siyasal tercihleri tek bir olguyla açıklamaya kalkmak pek işe yaramaz, yanlışa götürür.

AKP mağduru oynar ama yeri geldiğinde güç gösterisinde bulunmaktan hiç kaçınmaz.

AKP “bütün dünya bize karşı” edebiyatı yapar, ertesi gün ABD ya da bir başka odak ile stratejik ortaklığın propagandasına kalkışır.

AKP bir gün Kürt hamisi ertesi gün Kürt düşmanıdır.

Bu partinin yükselişi ve yükseldiği yerde şu ana kadar tutunabilmesinin bir dizi nedeni vardır. Nedenlerden biri, kuşkusuz düzen muhalefetinin tutarsızlığıdır.

En son örnek, Almanya ile Erdoğan arasında sürmekte olan bilek güreşinde yaşanan son gelişmeyle ilgili Kılıçdaroğlu’nun açıklamasıdır. Anlaşıldığı kadarı ile CHP, Erdoğan’ın yine mağduru oynamasından paniğe kapılmış ve derhal Bekir Bozdağ’ın Almanya’da yapacağı konuşmanın iptalinin “pek yanlış” olduğunu belirtme ihtiyacı duymuştur.

Söylediğimiz tam da budur: Erdoğan’ın gücü, biraz da muhataplarını istediği gibi parmağında oynatabilmesinden kaynaklanmaktadır. Daha önce de yazdım, AKP karşısında durmak cesaret, tutarlılık  gerektiriyor. O cepheden gelecek her suçlamadan korkarak, çekinerek siyaset yapmak mümkün değil. Bir kere, her durumda üste çıkan bir yapı var karşında. Ne yaparsan, ne dersen illa bir şekilde suçlanacaksın. Bundan çekiniyorsan, siyaset yapmanın bir anlamı yok.

Lakin tutarlılık için AKP’yi aşan, onu sıkıştıracak tek bir zemin var: Düzen eleştirisi! Öyle “rejim filan değişiyor” yaygarasıyla değil… Rejim değişir, soL’da çıkan “en zengin yüz” haberindeki gibi Türkiye’nin gerçek egemeni, patron sınıfının tahakkümü değişmez!

Erdoğan son tahlilde o listede yer alan patronlara hizmet ediyor. Yıkılması gereken düzen budur.

Almanya konusunda da böyle.

Die Welt muhabiri Deniz Yücel’in gözaltına alınması, AKP iktidarının Almanya’yla gerilimi tırmandırarak mağduru oynama isteğinin ürünü olabilir. Derin bir akıl kalmadığı ortada, ne yapacaklarını şaşırdılar. 

Varsayalım ki öyle… Bu durumda yapılacak şudur, Alman emperyalizmi ile Erdoğan’ın asla cüret edemeyeceği bir noktadan karşı karşıya gelerek oyunu bozmak! Dersin ki, “çek ellerini Türkiye’nin üzerinden”; dersin ki “Can Dündar filanla hesap yapmaktan vazgeç”, dersin ki “yıllarca dinci örgütlenmelere izin verdin, şimdi ne şikayet ediyorsun”…

Bir sürü şey diyebilirsin. Ama diyemezsin, demezsin. Dünya ve Türkiye’de kurulu düzene saygıda kusur etmezsin. Hâl böyleyken, “Bekir Bozdağ’ın konuşma hakkı gasp edilemez” diyerek fena halde tutarsız olunuyor. Hatta, AKP’ye mağduru oynama konusunda yardım ediliyor.

Böylece referandum sürecinde AKP ve CHP’nin stratejilerinden artık emin olabiliyoruz. AKP Hayır’ı terör suçu ilan edecek, CHP ise “sana mağduru oynatmam” diyecek.

Yetmez ama Hayır, gerçekten doğru konumlanış. Bu referandumdan çıkacak Hayır’ların çoğalması için uğraşımız onların başka şeylere de hayıra dönüşmesi için çabamızla birlikte yürümek zorunda.

Almanya konusuna dönecek olursak… 

Masal anlatmasınlar. Yıllarca AKP hükümetleri Almanya’daki devrimcilerin faaliyetlerine sınır konması için Berlin’e başvuruda bulunup durdu. Toplantılar, etkinlikler iptal edildi. Şimdi ırkçı Almanların bir gösterisi şu ya da bu nedenle yasaklandığında ne hissediyorsam, Bozdağ toplantısı için de onu hissederim. İktidar ile duygudaşlık için tek ama tek bir gerekçe olamaz.

Alman emperyalizmle mücadele edebilmek için ise Alman tekellerinin Türkiye’deki çıkarlarına dokunabilme yeteneği kazanmak gerekir. Ne ki, piyasa ekonomisi koşullarında Alman tekellerine dokunamazsın; sokakta emirle Mercedes mi yaktıracaksın?

Alman emperyalizmiyle mücadele edebilmek için NATO’yu sorgulamak, Avrupa Birliği’ne karşı koymak gerekir. NATO’ya üye, AB’ye aday üye bir ülkede bunu sorgulamayan bir siyasetle en fazla Bozdağ’ın konuşma hakkını savunursun!

Ve son: Almanya ile itiş kakış Erdoğan’a puan kazandırabilir ama bunun maliyeti çok yüksek olabilir. AKP’nin orta sınıf destekçileri “para”ya bakar ve Almanya bugünkü berbat düzende “para”nın temel kaynaklarından biridir. Gerilim biraz daha artarsa “o kadar da uzun boylu değil Reis” demeye başlamaları pek mümkündür.