Evler, arabalar...

Sosyalizme dair güncel sohbetler (5)
“Sosyalizm demek mülksüzlük demek, insanların evlerini, arabalarını ellerinden alacaklar…”

Klişeyi duymayan yoktur herhalde. Değişik versiyonları da var, işin içine takıları, pul koleksiyonlarını filan karıştıranlar da. O kadar yani!
Doğal, insanoğlu elindekine ya da erişiminin daha yakın olduğuna odaklanır. Fabrikaların, geniş tarım arazilerinin, kıyıların, madenlerin, akarsuların, ormanların bireysel mülkiyet konusu olamayacağını ileri süren bir düşünce sisteminin arada insanların özel eşyalarını da aradan çıkarıp kamulaştıracağına ilişkin saçma ithamlardan etkilenilmesine şaşırmamak gerekiyor.

Türkiye’de insanların arabalarını ellerinden almaya kalkan bir iktidar yaşayamaz ki! Devrimse karşıdevrim olur, karşıdevrim hüküm sürüyorsa durup dururken devrim olur!

Şaka bir yana, sosyalizmin “özel mülkiyet” karşıtlığının anlamını neden çarpıttıklarını biliyoruz. Yoksul kitlelerin “başını sokacak bir ev” arayışını, orta sınıfların statükoyu ve huzurlarını koruma güdüsünü istismar etmeye çalışıyorlar.

Çarpıtmayı kim yapıyor? Sermaye sınıfı, yani fabrikalara, geniş arazilere, madenlere sahip olup şimdilerde kıyılara, ormanlara, akarsulara el koyarak kendi kişisel çıkarları için toplumun genel çıkarlarını görmezden gelen soyguncular onlar adına siyaset yapan, onlar adına kalem oynatanlar.

Yani sosyalizmden gerçekten korkması gereken ya da en azından korkması için gerekçesi olan küçük bir azınlık. Halbuki sosyalizm onlar için bile yaşanası bir düzen. Hırs, rekabet, entrika, maliye denetimi, vergi borcu gibi unsurlar dolu kasalarının keyfini çıkarmaya engel oluyor, hazım sorunu çekiyorlarsa özellikle!

Evlere, arabalara gelince…

Sen bile bana kuşkuyla bakıyorsun. Ciddiye aldığın belli, sosyalizme dair anlatılılan korkutucu öyküleri…

Herkesin sağlıklı, kültürel ve insani gereksinimlerini karşılayacakları konutlara sahip olması, sosyalizmin temel hedeflerinden zaten. Ve en kolay çözebileceği sorunlardan.

Yurttaşları malzemeden çalınmış, beton yığınından ibaret binalara sokup, ölünceye kadar borçlandırarak değil… Ailedeki bir çalışanın maaşını yutan kiralarla değil. Sosyalizm, herkesi bedelsiz ya da sembolik bir karşılıkla konut sahibi kılacak bir düzen.

“Nerede o bolluk” diye soruyorsun. Bolluk şu anda da var ama birileri toplumsal zenginliklere el koyduğu için bolluk yokluğa dönüşüyor. Sosyalizm, bu çağda, sıfırdan başlasa bile konut sorununu kısa sürede çözer. Kaldı ki, bugün Türkiye’de birçok yerleşimde konut fazlası var.

“Kim alıyor bu kadar lüks daireyi, kim alıyor bu abartılı ofisleri, kim alıyor bu yazlık villaları” sorusunu sora sora “Türkiye’de bayağı zengin var” sonucuna ulaşılıyor. Tamam, Türkiye büyük ülke, zenginler, zenginleşenler var. Ayrıca zenginlik göze batar, kendini gösterir, hele kendini göstermeye meraklı olunursa.

Ancak “bu kadar konutu kim alıyor” sorusunun yanıtı başka: Türkiye’de emlak oturmak için değil, yatırım amacıyla alınıyor. Birileri, onar onar, yirmişer yirmişer kapatıyor. Şimdilik… Rant balonunun durumuna bağlı!

Sosyalizm buna elbette izin vermeyecek!

Toplumsal kaynakların ısrafına da, başkalarının yoksulluğu pahasına zenginleşenlere de…

Kısacası konut insani bir gereksinim, insanın en doğal hakkı olarak görülecek. Dayanıklı, sağlıklı, güzel evlere sahip olacak tüm yurttaşlar…

“Emekli maaşımla nasıl geçinirim” tasası olmayan, çocuğunun geleceğinden kaygı duymayan bir kişinin yemeyip içmeyip “bir ev daha” sahip olmak için ne isteği olacak ne de emlak bir ekonomik kazanç aracı olarak görülecek.

Daha ötesinde gözü olanlar ise kusura bakmayacaklar.

Arabaları mı soruyorsun?

Konuşacağız, konuşacağız...