Emperyalistlerin Türkiye Muharebesi

Oldum olası, emperyalist odaklar arası çelişkilerin abartılmasından rahatsız olurum. Diyeceksiniz ki, sen rahatsız olsan ne yazar, o çelişkiler ki, bir yüzyıla iki koca savaş sıkıştırdı. Daha fazlası da var ama yine de bu çelişkilerin uluslararası alanda her daim ve her tarafa eşit kuvvette dağılan belirleyici etmen olduğunu düşünmemek gerekiyor.

Emperyalist odaklar arasındaki çelişkileri yok edemezsiniz, onların belli dönemlerde keskinleşmesini ve hatta çatışmaya dönüşmesini de... Ama her şeyi bu çelişkilerle de açıklayamazsınız. Solcuysanız kendinize haksızlık edersiniz, emek-sermaye çelişkisini örneğin, hafifsemiş olursunuz.

Son yıllarda belki umutsuzluktan, çok sayıda marksist aydın ve de siyasetçi uluslararası aktörler arasındaki gerilimlere bel bağlamış durumda. Avrupa Birliği ABD'yi dengeleyecek, filanca eksen ABD'yi durduracak, Çin Halk Cumhuriyeti ABD'yi bir kağıt gibi buruşturacak. İşin esprisi bir yana, emperyalistler arası çelişkilere olmadık roller yüklemek gerçekten devrimciliğe sığmaz.

Biz şunu biliriz, bu çelişkileri takip etmek, belki ondan yararlanmak gerek ama hep bağımsız bir perspektifle... Bir de, nasıl emperyalistler arası sükunetten halklar adına felaket çıkıyorsa, emperyalistler arası çelişkilerin aşırı yüklenmesinden de büyük trajediler çıkıyor.

Olsun, olmasın diyemeyiz, bu çelişkiler sermaye dünyasının gerçekliğidir. Bu gerçekliği de veri alarak en devrimci stratejiyi bulmak ve uygulamak gerekiyor.

Bunları şimdi neden mi yazıyorum?

Türkiye ilginç bir noktaya gidiyor.

Dönüşüm planı dedik, Yeni Osmanlıcılık dedik... Bunun temelde bir ABD projesi olduğunu söyledik. Şimdi şunu ekliyoruz: Obama, bizim buralar için temelde bir Yeni Osmanlı projesidir. Bir başka deyişle, Türkiye'nin egemenleri ile ABD'nin egemenlerinin vizyonu ilk kez bu kadar örtüşmüştür. Ortaklık filan değil elbette, söz konusu olan uşaklık. Ama şuna dikkat çekmeliyiz: Daha öncesine gitmeyelim, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ilk kez Türkiye'deki siyasi iktidarla ABD yönetimi aynı ideolojik dili konuşuyor!

Eskiden ayni yönü işaret ederlerdi, eskiden Türkiye'dekiler denileni yapardı, şimdi şaşırtıcı bir ideolojik ortaklık yakalanmış durumda.

Tehlikeli...

Dönüşümün bir evresinin tamamlandığına dair saptamamızın doğru olduğunu gösteriyor.

Peki emperyalist Avrupa ne yapıyor? Dönüşümün şu ana kadarki bölümüne büyük katkı koydular. Ancak daha önce başka yerlerde örnekleri var, Almanya ve Fransa ortam hazırlıyor, ABD nihayete erdiriyor. Şimdi de öyle. Berlin-Paris ekseninden Türkiye'ye dönük müdahalelerin meyvesini şu sıralar Vaşington yiyor.

Çünkü Avrupa bütünlüklü bir Türkiye stratejisi geliştiremiyor. Ya da stratejisini tamamıyla uygulayacak güç ve cesaret bulamıyor. Zaten Türkiye sorununu çözemeyen, Türkiye konusunda cesur olamayan bir Avrupa'nın (Almanya ve Fransa'dan söz ediyorum) "ben bir dünya gücüyüm" deme şansı yok.

ABD yönetimi, müttefiklerinin neden tereddüt ettiğini biliyor. Onların müdahalelerini destekliyor, onları Türkiye konusunda cesaretlendiriyor ama bütün buradan çıkan sonuçları kendi heybesine koyarak.

Açık söylemek gerekiyor: Almanya ve Fransa'nın uzun yıllara yayılan çabaları olmasaydı, ABD yalnızca Barzani ve Talabani evlatlarının marifetiyle Kürt sorununda böylesi belirleyici bir aktör haline gelemezdi. Almanya'nın Türkiye'de islamcı hareketi siyasallaştırmak için yürüttüğü faaliyetleri, Milli Görüş'ün palazlanma dönemini çıkarın, bugün hızla Amerikancılaşan AKP'den geriye ne kalır? Türkiye'nin siyasal dinamiklerini ve işçi sınıfını daha da kötürümleştiren "sivil toplum" örgüsüne AB'den gelen fizik katkıyı eksiltin, ABD hangi "ideolojik" cerbeze ile bu topraklara giriş yapacaktı? Obama'nın kendisi bile Avrupa ikliminin ürünüdür bir bakıma. Ama ne oldu Avrupalı emperyalistler bu iklimi yarattılar ve sonra içine Merkel, Berlusconi gibilerini saldılar!

Sözün özü, Avrupalı emperyalistler, ABD'ye Türkiye konusunda tarihsel bir yardımda bulundular.

Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra ortaya çıkan dengelere biraz da bu açıdan bakmakta yarar var. Evet, krizle birlikte yabancı düşmanlığının artması son derece doğal. İşsizlikle boğuşan Avrupa'da burjuvazi ırkçılığın vanalarını biraz daha açacak, bu toplumsal bir kanun. Ama AB-Türkiye ilişkilerindeki "kriz"in gerçek nedeni Almanya ve Fransa'nın, onca uğraştan sonra Türkiye'yi ABD'ye terk etmiş olmanın huysuzluğunu yaşamalarıdır.

ABD açısından sorunsuz bir Türkiye, Avrupa açısından büyük sorundur. Ya da Avrupa'nın "ben de büyük oynuyorum" demekten vazgeçmesidir. "Türkiye'yi boş ver, Avrupa-Rusya ittifakı doğuyor" diyenlere çok şey söyleyebilirim ama bir tanesi bu yazının ana temasıyla bağlantılı, buraya alıyorum: Türkiye ile baş edemeyen Rusya ile hiç baş edemez. Türkiye Avrupa'nın karnını ağrıtıyorsa, Rusya midesini patlatır.

Peki ne olacak?

Avrupa Türkiye yenilgisini kabullenecek mi?

Kabullenirse, içe kapanır. Kabullenmeyecekse iki seçenek var. Ya Türkiye'nin dönüşümünü durdurmaya çalışacaklar (İslamcı basının Ergenekon'un arkasında Almanya'nın olduğuna ilişkin ısrarlı yayıncılığını, Deniz Fener'i konusunda Berlin'in yine ısrarlı takibini hatırlayalım) ya da dönüşümün inisiyatifini ele geçirmek için Türkiye'ye dönük yıkıcı müdahalelerini artıracaklar.

Dönüşüme engel çıkarmak, bunca yıl bu dönüşüm için su taşıdıktan sonra pek mümkün değil ve herhalde bazı denemelerden sonra bunu gördüler. İkincisi için ise kararlılık gerekiyor. Bilemem... Lakin, Avrupa'nın ABD ile dönüşümün lokomotifi olma yarışına girmesinin bu topraklarda nasıl sonuçları olacağını tahmin edebilirim.

Obama Amerikası'ndan umutlanan ve şu sıralar Vaşington'un Brüksel'e çeki düzen vereceğine inananları (çok değil birkaç yıl önce tersini düşlüyorlardı) hayalleri ya da ihanetleriyle baş başa bırakalım ve şöyle bitirelim: Emperyalistlerin Türkiye muharebesinin içinde konum almak çürütür ve öldürür. Emperyalistlerin Türkiye ile muharebesinin "bomboş" tarafını işçi sınıfı ile doldurmak devrimcileştirir ve yüceltir.