Düzeni değiştirmek istediğimiz için özür dilemeyeceğiz

“Çok da aşırıya kaçmamak gerek…” Alkolle ilgili bir öğüt olabilir bu, fazla spor yapıp vücudu gereksiz yere zorlamamak konusunda bir uyarı da. Ancak işin içine siyasal, toplumsal meseleler girince “aşırılık” konusu biraz karışıyor.

“Katılıyorum ama ben sizin kadar aşırı değilim” diyen biri kibardır, belki dosttur, hatta samimidir ama son tahlilde laf sokmakta, sizi fanatizmle damgalamaktadır. Çünkü o da ülkede dolu dizgin giden dinselleşmeden rahatsızdır, haysiyetsiz dış politikadan tiksinmektedir, Suriye’deki savaş suçlarına öfkelidir, betonlaşmadan çevrenin yağmasından büyük rahatsızlık duymaktadır, büyük sermayenin “büyük” oyundaki rolünün farkındadır ama “aşırı” değildir.

Öfkesini, tiksintisini, tepkisini, bilgisini, duygusunu, onurunu bu düzeni yıkma noktasına taşımamıştır.

Ya işine gelmemektedir çünkü bu düzende vazgeçemeyeceği çıkarları vardır, ya korkmaktadır gereğini yaparsa başına geleceklerden; ya da inanmamaktadır daha iyi bir yaşamın kurulabileceğine.

Her ne olursa olsun, aşırı olmadığı için en azından sizin yanınızda mutlu ve gururludur. Sıkıştığında başkalarına “ben zaten aşırı değilim” diyebilecek olmanın hafifliği ile sizi “aşırılık”la itham ederkenki bilmişliği arasındaki fark sanıldığı kadar büyük değildir.

Türkiye’de sosyalizm mücadelesinin sorunlarından biri, “aşırı” olanla farklılığına aşık bir “dost” atmosferin basıncını hissetmesidir. Evet dosttur bunlar, baş başayken sosyalizmin insanlık için ne anlama geleceğinden söz ettiğinizde “ah keşke” tepkisinin içtenliğinden kuşku duymazsınız. Öte yandan bu düzenin sahibi, parçası gibi davranırken de son derece doğaldırlar.

Burada anlatılan açık bir orta sınıf tavrıdır ama sadece oraya ait olsa önemsizleşebilecekken, emekçi halkı da belirliyorsa bayağı tehlikeli bir hal almaktadır.

Türkiye solunda bir kesim yıllardan beri, bu atmosfere hitap etmeye, onun huyuna suyuna gitmeye çalışmaktadır. En radikal geçinenler dahil.

Radikaldirler ama o kadar da aşırı değildirler!

Bunu kanıtlama derdindedirler; yaranmacıdırlar.

İslamcının yanında “katı” laiklere, Kürt ulusalcısının yanında Kemalistlere, Türk ulusalcısının yanında HDP’ye, sosyal demokratın yanında “devrimci lafazanlığa”, liberallerin yanında komünist geleneğe, komünistlerin yanında reformistlere çakmakta hiçbir beis görmeyenleri biliyorum. Kişisel bir zaaf değildir, bu kolektiftir.

Oysa şimdi aşırılık zamanıdır.

Düzen aşırıya kaçmıştır zaten; 4 yaşındaki bebeye türban takmaya çalışan, 7’sindekine tecavüzü meşru gören, işçilerin tuvalete gitmesine yasak koyan, önüne çıkan her şeyi yağmalayıp çürüten bir sistemden söz ediyoruz.

O kadar da aşırı olmamak lazımmış!

Katı laiklik, ılımlı İslam, demokratik planlama, piyasa sosyalizmi, aşırı solculuk… Bu kavramların hepsi çöpe. Laikliğin yumuşağı yok, İslam siyasallaştığı anda radikaldir, planlama varsa kesinlikle merkezidir, piyasa ile sosyalizm yan yana gelmez, solculuğun aşırı olmayanı son tahlilde sağcılıktır.

Biz aşırıyız.

Ve bu nedenle kimseden özür dilemek zorunda değiliz.

Bu kadar rezalete rağmen aşırı olamıyorlarsa, kabahat onlarda. Özür istemiyoruz ama üste çıkmaya çalışmasınlar.

Onlara karşı psikolojik üstünlüğü ele geçirmemiz gerekiyor. Bu düzeni yıkmaya çalışıyoruz. Karşımıza çıkıp bu düzene dair bir araba dolusu laf edip, bu açıdan bizden eksiği değil fazlası olanlara “sakın ürkmeyin ama biz komünistiz, devrim filan gibi aşırı hedeflerimiz var” diyemeyiz. Diyeceğimiz, “tutarlı olun, gereğini yapın”dır.

Düzeni değiştirme hakkı en meşru haktır; devrim hakkıdır.

“İnsanlar korkuyor” diyen “ben korkuyorum, kaybedeceklerim var” deme cesaretini gösteremeyendir.

Bu düzen gericilikle, yağmacılıkla üzerine üzerine geldikçe her durumda bir çıkış kapısı bulabileceğine ilişkin inanç, yeni bir yaşam-yeni bir ülke kurulabileceğine dair inancı yok etmektedir.

Bir görüşe göre insanları devrim fikrine alıştırmak için komünistlerin “kalite” sergilemesi, kaba ve sığ olmadıklarını göstermesi, bazı önyargıları kırması gerekmektedir. 

Nitelikten nefret ettirecekler insanı!

Komünistler verdikleri mücadelenin gereği ve doğası nedeniyle kaba ve sığ olamazlar, kendilerini pazarlamak için değil! Bu düzenin yalnızca iktidar tarafı değil, muhalefet tarafı da bu denli dökülürken, komünistlere kalite standartlarına göre not vermeye kalkanları yıldızlı onlarla ikna edemeyiz. Aradıkları kalite değil, sahte de olsa huzurdur. Biz onlara huzur adına ancak insanlığın savaşsız, sömürüsüz bir toplumda giderek refah içinde yaşayacağı günlere ilişkin inancımızı sunabiliriz.

“Komünist ama çok düzgün biri…”

Damat adayını beğenmişler, sağolsunlar.

Lakin biz bu düzen içindeki çözümleri beğenmiyoruz ve kendilerinin de “beğenmedikleri” çözümleri savunanların üstüne gitmeye kararlıyız.

Devrim fikrini meşrulaştırmak ve olağanlaştırmak gerekiyor. Radikallik şovlarıyla değil, sermaye düzeni ve bizzat sermaye sınıfını gayrı-meşru hale getirerek, onu ayıplı bir toplumsal olguya dönüştürerek, bu düzenin içinde pozisyon ve huzur peşinde koşmanın suça ortak olmak anlamına geldiğini ısrarla anlatarak.

Çünkü Türkiye’de düzen bir kez emekçi halkın kafasına “senin de yırtma şansın var”ı soktu. Yırtamazsan öbür dünyada ihya olacaksın ekiyle!

Yok, özür dilemeyeceğiz. Kusurun kralı sermaye düzenindedir; devrim en doğal haktır.