Dürüst belediyecilik!

Yerel seçim öncesinde “başkan”lık podyumunda trafik yoğunlaşmaya başladı. İktidar partisindeki sessizlik yerini yavaş yavaş “sabırsız” isimlerin yarattığı kıpırdanmaya bırakıyor, “erken ötüp yıpranma” kaygısı yerini “geride kalma” korkusuna bırakıyor. CHP’de ise aday adayları aynı yerde toplandığında, orta büyüklükte bir ilçe kurulabiliyor. Lafın kısası, adaylar bir bir ortaya çıkıyor.

Vaadler de…

En çok da “hizmet” ve “dürüstlük” sözcükleri duyuluyor. AKP hizmet potansiyeline, yani halkın gırtlağı sıkılarak toplanan paralarla çevreyi, kent kültürünü ve kamusal çıkarları tahrip ederek realize edilen projelerine güveniyor, bu nedenle “önce hizmet” diyor. CHP, zayıf noktasını bildiğinden “ben de pekala hizmet edebilirim” noktasında.

Ya dürüstlük?

Adaylar “biz yemeyeceğiz, yolsuzlukla mücadele edeceğiz” demezse olmuyor. Aday oldun mu önce dürüst olacaksın!

Halkın bununla ilgilendiğini sanıyorlar!

Son on yılda binlerce dosya çıktı ortaya. Bunların önemli bölümü yerel yönetimlerle ilgiliydi. İddialar muhalefet partilerinden belediye başkanlarına yönelikse, dosyalar açıldı, gereken yapıldı. Kamuoyu baskısı filan olduğu için değil. Ergenekon’da, Balyoz’da, KCK’da, Odatv’de ne yapıldıysa, o! Hangi iddia gerçeklere dayanıyordu, hangisi kurmacaydı, bunun önemi yok. Önemli olan kritik kurumlardan yandaş olmayanların tasfiyesi ve bastırılmasıydı.

AKP’li belediyelerle ilgili dosyalar ise çoğunlukla sümen altı edildi. Birkaç örnekte Erdoğan’ın da çizdiği başkanın başının belaya girdiği görüldü, o kadar.

Ama hiçbirinde halk yolsuzluk iddiasına ilgi göstermedi.

Kanıksanmıştı bir piyasanın kuralları zaten adaletsizlik üretiyordu, yolsuzlukla kurallara uygun olan arasındaki ayrım silikleşmişti ve insanlar bunun farkındaydı, iki.

Bugünkü yerel yönetimler yasası ve hâkim belediyecilik anlayışının kendisi yolsuzdur!

Bununla açıktan hesaplaşmayan bir aday, “dürüst olacağız, şeffaf olacağız” derken, ya uydurmaktadır ya da bir şeyden haberi yoktur.

Dikili Belediye Başkanı Osman Özgüven’in, piyasacı işletim sistemine uymayan “hizmet anlayışı”ndan dolayı başına gelenleri hatırlayalım. Bir belediyenin elinden halka ücretsiz hizmet götürme yetkisini alan, buna yelteneni cezalandıran bir sistemde “dürüstlük” pazarlamanın ne anlamı var. Dürüstlük, “ben de aynen böyle yapacağım, yasa masa tanımam” demekte, Dikili’dekine benzer uygulamaları yaygınlaştırmakta. Yoksa, kamu hizmetlerinden illa ki birileri kâr edecekse, ihalelerin yakına, akrabaya gitmesi ya da gitmemesi neden çok önemli olsun?

“Yesin de, hizmet getirsin” anlayışının yaygınlaşmasında, bugün yerel yönetimlerin oynadığı oyunun kurallarının sorgulanmamasının büyük payı olduğu bilinmiyor mu?

Tamam, merkezi iktidarın piyasacı, ekonominin kapitalist karakterde olduğu bir ülkede yerel yönetimlerin kafasına göre takılmasının sınırı var. Ama bu hiçbir şey yapılamayacağı anlamına gelmiyor. Örenğin neden “yerel yönetimler yasası” masaya yatırılmıyor, neden “şu, şu maddeler, halkın çıkarlarına karşıdır, biz bunlara karşı mücadele edeceğiz” denmiyor?

Bunlar yapılmayacak sonra, katılımdan, şeffaflıktan, demokrasiden söz edilecek!

Azıcık dürüst olsak!